teksir edilmektir. Çünkü haricî dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyasetinin vazifesidir.

İkincisi: Madem Nur Risaleleri medrese malıdır. Siz de medreselerin hem esası hem başları hem şakirdlerisiniz, onlar sizin hakiki malınızdır. Münasip görmediğiniz risaleyi şimdilik neşrini geri bırakırsınız.

Üçüncüsü: Tevafuklu Kur’an’ımız mümkünse fotoğraf matbaasıyla tabedilsin ki tevafuktaki lem’a-i i’caziye görünsün. Hem baştaki Türkçe tarifatı ise o, Kur’an ile beraber tabedilmesin belki ayrıca bir küçük risalecik olarak ya Türkçe veya Arabîye güzelce çevirip öylece tabedilsin.

***

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Gayet kıymetli, fedakâr Nur kahramanı ağabeyimiz Hüsrev Efendi!

Şimdi beş defadır Diyanet Reisi, Nur’dan bir takımı musırrane istedi. Üstad da şiddetli hastalığı içinde tashih edip –şimdilik bitmek üzeredir– Diyanet Reisinden onun manevî fiyatı olarak üç madde istemiş: Birisi, sizin hârika yazdığınız mu’cizeli Kur’an’ı fotoğrafla tabetmek. Bu maddeyi kabul etmiş, yalnız “Başındaki Türkçe tarifatı müstakil kalsa ayrı tabedilse münasiptir.” demiş. İşte Üstadımız ona yazdığı mektubu bera-yı malûmat leffen size gönderiyoruz.

Üstadımız diyor ki: Hem bir takım Risale-i Nur’u hem makine ile çıkan mecmuaları ona göndermek ve Hüsrev gibi bu işte en ziyade alâkadar bir kardeşimizin eliyle teslim etmek cihetini meşveretinize havale ediyor. Siz de tam bir meşveretle sizin bu meselede oraya gitmenizin vücudca sıhhatiniz müsaitse ve fikrinize de muvafık ise muayyen bir vakitte acele oraya gidersiniz ve adresinizi bildirirsiniz. Biz de takımı ve mecmuaları size Ankara’ya elinize yetiştireceğiz. Hattâ siz isterseniz kendi hesabınıza, onları müftüler neşretmek niyetiyle Diyanet Reisine verirsiniz.

Hizmetinde bulunan

Halil, Sadık, İbrahim

***