ettikçe tam tamına hakikati safi olarak ifade edemez. Ferdin fehmi ve manası ona hastır. O fert, onu kabul eder. Fakat başkalarını ona davet edemez. Eğer cumhur-u ulema onun fehmini kabul ile başkalara şümulünü gösterse o vakit başkasını o manaya davet edebilir ve hakiki tam tefsir olabilir.

Hem ferdin ahkâmda istinbatı ve içtihadında –hevesi karışmamak şartıyla– o kendi nefsi için amel edebilir fakat başkalarına hüccet tutamaz. Tâ bir nevi icma o hükmü tasdik etsin.

Nasıl ki ahkâm-ı şer’iyeyi tatbik ve tanzim ve icra etmek ve hürriyet-i fikirden neş’et eden manevî anarşiliği kaldırmak için gayet lâzımdır ki ulema-i muhakkikînden bir heyet-i âliye bulunsun ki o heyet umumun emniyetine mazhariyetleriyle ve cumhur-u ulemanın onlara itimadıyla ümmet için bir nevi zımnî kefalet ve dava vekili hükmünde olmaları cihetinde icma-ı ümmet hüccetinin sırrına mazhar oluyorlar. O vakit içtihadın neticesi o icma ile şer’an düstur olabilir. Ve icmaın tasdik ve sikkesiyle umuma şâmil oluyor.

Aynen onun gibi lâzımdır: Kur’an’ın manalarının keşfi ve tefsirlerde ayrı ayrı mehasininin cem’i hem zamanın çalkamasıyla ve fenlerin keşfiyle cilvelenen, tezahür eden Kur’an’ın hakikatlerinin tesbiti için elzemdir ki: Muhakkikîn-i ulemadan her biri bir fende mütehassıs, geniş fikre, ince nazara mâlik allâmelerden müteşekkil bir heyet bu vazifeye sahip çıksın.

Elhasıl: Kur’an’ı tefsir edene lâzım gelir ki gayet âlî bir deha ve nüfuzlu, derin bir içtihad ve bir nevi kuvve-i kudsiye sahibi olmak gerektir. Bu zamanda öyle bir zat ancak bir şahs-ı manevî olabilir ki o şahs-ı manevî, çok ruhların imtizacından ve tesanüdünden ve efkârın telahukundan ve birbirine yardımından ve kalplerin birbirine in’ikasından ve ihlas ve samimiyetlerinden, mezkûr bir heyetten çıkabilir. O heyetin bir ruh-u manevîsi hükmüne geçer.

Evet “Mecmuunda bir hâssa bulunur ki ondaki her fertte bulunmaz.” düsturuyla çok defa içtihadın âsârı ve nur-u velayetin hâssaları ve ziyası bir cemaatte görünüyor. Halbuki o cemaatin hangisine bakılsa o hâssa görünmüyor. Demek âmî adamların ihlasla tesanüdleri, bir velayet hâssasını veriyor.

İşte bu hakikate binaen böyle bir maksat için bir heyetin çıkmasına muntazır ve daima bekliyordum. O ümit, küçüklüğümden beri gaye-i hayalim iken, birden hiss-i kable’l-vuku kabîlinden kalbime bir sünuhat oldu ki: