Sual: اَلَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ hal iktizasına göre îcaz ise de aynı manayı ifade eden اَلْمُؤْمِنُونَ kelimesine nazaran itnabdır (uzundur). Evet اَلْ harfi اَلَّذٖينَ ile; مُؤْمِنُونَ kelimesi يُؤْمِنُونَ fiiliyle tebdil edilmiştir. Bu itnabın îcaza tercih sebebi nedir?

Cevap: اَلَّذٖينَ esma-i mübhemeden olduğundan onu tayin ve temyiz eden yalnız sılasıdır. Demek bütün kıymet, sılasına aittir. Başka sıfatlarında hiç kıymet yoktur. Bu ise burada sılası olan imana büyük bir azamet vermekle insanları iman etmeye teşvik eder.

Amma مُؤْمِنُونَ kelimesine bedel, fiil sîgasıyla يُؤْمِنُونَ nin tercihi; iman fiilini hayal nazarına gösterip keyfiyetin tasvir edilmesine, dâhilî ve haricî delillerin tecellisiyle imanın istimrar ve devam ile teceddüd etmesine işarettir. Evet, delailin zuhuru nisbetinde iman ziyadeleşir, teceddüd eder.

بِالْغَيْبِ yani nifaksız, ihlas-ı kalp ile iman ediyorlar. Veya iman edilen şeyler gayb olmakla beraber iman ediyorlar. Veyahut gaibe veya âlem-i gayba iman ediyorlar.

İman, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrısını icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur.

Sual: Avam-ı nâstan hakaik-i diniyeyi tabir eden ancak yüzde birdir?

Cevap: Tabir etmemesi, bilmemesine delil olamaz. Evet çok defa lisan, insanın tasavvuratından incelerini tabirden âciz olduğu gibi kalbindeki ve vicdanındaki inceler de akla görünmez. Hattâ belâgat dâhîlerinden Sekkakî gibi bir zat; İmruu’l-Kays veya başka bir bedevînin ibraz ettiği belâgat incelerini kavramamıştır. Maahâzâ imanın var olup olmadığı sorgu ile anlaşılır. Mesela, âmî bir adama, bu âlem bütün cihetleri ile, eczasıyla kudretinde, tasarrufunda bulunan Sâni’in, yarattığı bu âlemin bir cihetinde olup olmadığı gibi bir sorgu yapıldığı zaman “Hiçbir cihette değildir!” dese kâfidir. Çünkü nefiy cihetinin onun vicdanında sabit olduğuna delâlet eder.