Cevap: İcmal, bazen tafsilden daha vâzıh olur. Bilhassa matlub, birkaç şeyden mürekkeb olduğu zaman, sâmi’in gabaveti veya nisyanı dolayısıyla o mürekkebin eczasını mezcetmekle sebebi çıkarmak müşkül olur.

Üçüncüsü: “Hidayetin neticesi, semeresi ve hidayetteki lezzet ve nimet nedir?” diye sual eden sâile cevaptır.

Yani hidayette saadet-i dâreyn vardır. Hidayetin neticesi, nefs-i hidayettir. Hidayetin semeresi, ayn-ı hidayettir. Zira hidayet haddizatında büyük bir nimettir ve vicdanî bir lezzettir, ruhun cennetidir (nasıl ki dalalet, ruhun cehennemidir) ve bilâhare âhiretin felâh ve saadetini intac eder.

İKİNCİ ME’HAZ: اُولٰٓئِكَ ile yapılan işaret-i hissiye. Bir şeyin müteaddid sıfatlarını zikretmek, o şeyin zihinlerde tecessüm etmesine ve akılda hazır ve hayalde mahsûs olmasına sebep olduğuna işarettir. Maahâzâ sâbıkan zikirlerinden bir ma’hudiyet çıkar. Bu ma’hudiyet-i zikriye, ma’hudiyet-i hariciyelerine kapı açar. Haricî olan ma’hudiyetlerinden, mümtaz ve müstesna insanlar oldukları tebarüz eder ki nev-i beşer içinde gözünü açıp bakanların gözlerine en evvel onların parıltıları çarpar.

ÜÇÜNCÜ ME’HAZ: Uzaklığı ifade eden اُولٰٓئِكَ onların filcümle yakın oldukları halde uzak gösterilmeleri, ulüvv-ü mertebelerine mecazî bir işaret olduğuna işarettir. Çünkü uzakta bulunanlara bakıldığı zaman, boyca en uzunları görünür. Maahâzâ zamanî ve mekânî olan bu’d, hakiki kasdedilirse belâgata daha uygun olur. Çünkü bütün asırlar asr-ı saadet gibi bu âyeti zikrediyorlar. Öyle ise اُولٰٓئِكَ ile yapılan işaret, safların evvellerine işarettir. Ve bu itibarla bu’d, hakiki olur, mecazî değildir.

Binaenaleyh onların hakikaten zaman ve mekânca uzak oldukları halde işaret-i hissiye ile gösterilmeleri, azametlerine ve ulüvv-ü mertebelerine işarettir.

DÖRDÜNCÜ ME’HAZ: Ulviyeti ifade eden عَلٰى kelimesidir.

Arkadaş! Eşya ve şeyler arasında öyle münasebetler vardır ki onları âyine gibi yapıyor. Her birisi, ötekisini gösteriyor. Birisine