pek garib misalî levhaları göstermekle, o ruhları ve kalpleri lezzetlere, zevklere gark eder.

Fakat o kulak, küfür ile tıkandığı zaman o leziz, manevî yüksek savtlardan mahrum kalır. Ve o lezzetleri îras eden âvâzlar, matem seslerine inkılab eder. Kalpte, o ulvi hüzünler yerine, ahbabın fıkdanıyla ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle nihayetsiz vahşetler ve sonsuz gurbetler hasıl olur.

Bu sırra binaendir ki şeriatça bazı savtlar helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet ulvi hüzünleri, Rabbanî aşkları îras eden sesler, helâldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı tahrik eden sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.

وَعَلٰى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ : Bu cümle ile rü’yete, yani göze ait büyük bir nimet-i basariyenin küfür ile kaybolduğuna işaret edilmiştir. Zira gözün nuru, nur-u imanla ışıklanırsa ve kavîleşirse bütün kâinat gül ve reyhanlar ile müzeyyen bir cennet şeklinde görünür. Gözün göz bebeği de bal arısı gibi bütün kâinat safhalarında menkuş gül ve çiçek gibi delillerinden, bürhanlarından alacağı ibret, fikret, ünsiyet gibi usare ve şıralarından vicdanda o tatlı imanlı balları yapacaktır.

Eğer o göz küfür zulmetiyle kör olursa dünya, genişliğiyle beraber bir hapishane şekline girer. Bütün hakaik-i kevniye, nazarından gizlenir. Kâinat ondan tevahhuş eder. Kalbi ahzan ve ekdar ile dolar.

وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظٖيمٌ cümlesiyle küfür şeceresinin âhirete ait zakkum gibi semeresine işaret edilmiştir.

لَا يُؤْمِنُونَ kelimesi ise inzar ile adem-i inzar arasındaki müsavata nassederek سَوَٓاءٌ kelimesine tekiddir.

***