Bir şahıs bir şahsı, nasihatle fena bir şeyden men’ etmek üzere şöyle tevcih-i kelâmda bulunur:

“Yâ hâzâ! Aklın varsa şu yapmak istediğin şey muhaldir.

Hem nefsine zarardır.

İyi-kötüyü tefrik edecek bir hissin yok mudur?

Anlaşılan hakikati hurafe, tatlıyı acı gösteren seciyende bir hastalık vardır.

Tabiî o hastalıktan kurtulup şifayâb olmak istiyorsun. Fakat senin bu halin o hastalığı izale değil, tezyid ediyor. Eğer bu halin ile bir lezzet, bir zevk istersen en şedid bir elemi intac eden bir azap eline geçer. En-nihaye eğer sarhoşluğundan ayılıp, kötü halinden vazgeçmediğin takdirde, fesadın başkalara geçmemek üzere, hortumun üstüne bir damganın vurulmasıyla, seni teşhir ve ilan etmek lâzımdır.”

Kezalik Cenab-ı Hak, münafıkları nifaktan zecir ve men’ için kötü hallerini şöylece nakletmekle yüzlerine vuruyor.

يُخَادِعُونَ اللّٰهَ Yani hile ile Allah’ı kandırmak istiyorlar. Zira Resul-i Ekrem (asm) Allah’ın elçisidir. Ona yapılan hile, Allah’a râcidir. Allah’a yapılan hile ise muhaldir. Muhali talep etmek hamakattır. Böyle hayvancasına hamakat, taaccübü mûcibdir.

وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّا اَنْفُسَهُمْ Yani onlar ancak nefislerine hile yapıyorlar, zira fiillerinde nef’ değil zarar vardır. Bu zarar da nefislerine râcidir. Nefislerine zarar veren, ancak süfeha takımıdır.

وَمَا يَشْعُرُونَ Yani nef’ u zararı tefrik edecek bir hisse mâlik değillerdir. Bu ise cehaletin en alçak ve en aşağı bir derekesine düştüklerine işarettir.

فٖى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ Yani nifak ve hasedden kalplerinde, ruhlarında öyle bir maraz vardır ki hakkı bâtıl, hakikati hurafe telakki etmeye sebeptir. Zaten fâsid bir kalpten, bozuk bir ruhtan böyle rezaletlerin çıkması tabiîdir.