silsilenin başı değildir ki esbabdan tegafül ile yalnız müsebbebat o mebdee isnad edilsin.
Üçüncüsü: Malûm nasıl bir keyfiyet üzerine olursa ilim öylece taalluk eder. Öyle ise malûmun mekayisi ve esbabı, kadere isnad edilemez.
Dördüncüsü: Zannedildiği gibi irade-i külliyenin bir defa müsebbebe, bir defa da sebebe ayrı ayrı taalluku yoktur. Ancak müsebbeble sebebe bir taalluku vardır.
Bu mezheplerin nokta-i nazarlarını bir misal ile izah edelim:
Bir adam, bir âletle bir şahsı öldürse sebebin ma’dum olduğunu farz edersek müsebbebin keyfiyeti nasıl olur?
Ehl-i Cebr’in nokta-i nazarları: “Ölecekti.” Çünkü onlarca taalluk ikidir ve sebeple müsebbeb arasında inkıta caizdir.
Ehl-i İtizalce: “Ölmeyecekti.” Çünkü onlarca muradın iradeden tahallüfü caizdir.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatçe: Bu misalde sükût ve tevakkuf lâzımdır. Çünkü irade-i külliyenin sebeple müsebbebe bir taalluku vardır. Bu itibarla sebebin ademi farz edilirse müsebbebin de farz-ı ademi lâzım gelir. Çünkü taalluk birdir. Cebir ve İtizal, ifrat ve tefrittir.
İkinci Bir Mukaddime
Ehl-i tabiat, esbaba hakiki bir tesir veriyor.
Mecusiler; biri şerre, diğeri hayra olmak üzere iki hâlıka itikad ediyorlar.
Ehl-i İtizal de “Ef’al-i ihtiyariyenin hâlıkı abddir.” diyor.
Bu üç mezhebin esası; bâtıl bir vehm-i mahz, bir hata ve huduttan tecavüzdür. Bu vehmi izale için birkaç meseleyi dinlemek lâzımdır.
Birincisi: İnsanın dinlemesi, konuşması, düşünmesi cüz’î olduğu için teakub suretiyle eşyaya taalluk ettiği gibi himmeti de cüz’îdir. Nöbetle, eşya ile meşgul olabilir.
İkincisi: İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise himmeti nisbetindedir. Himmeti ise hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.