(1506-1507) ederek tam tamına ظَاهِرٖينَ عَلَى الْحَقِّ fıkrasının makamına tevafuku ve manasına tetabuku ve şedde sayılsa

لَا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتٖى fıkrasına üç manidar farkla tam muvafakatı ve manen mutabakatı bu hadîsin îmasını teyid edip remiz derecesine çıkarıyor.

Ve müteaddid âyât-ı Kur’aniyede “sırat-ı müstakim” kelimesi, bir mana-yı remziyle Risaletü’n-Nur’a manaca ve cifirce îma etmesi remze yakın bir îma ile Risaletü’n-Nur şakirdlerinin taifesi, âhir zamanda o taife-i kübra-i a’zamın âhirlerinde bir hizb-i makbul olacağını işaret eder diye def’aten birden ihtar edildi.

اَلْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

***

Aziz kardeşlerim!

Bu saatte ben Kur’an okurken, Risale-i Nur ile ziyade alâkadar olan Sure-i İbrahim’de bir âyet beni meşgul ederken, Emin size göndereceği mektubu getirdi ve dar vaktimizde bu geniş âyetin denizinden ancak bir katrecik bu parçaya girebildi. Birkaç dakika zarfında yazdık, vakit bulamadık, kusura bakmayınız.

***

بِاسْمِهٖ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهِنَّ

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ اَيَّامِ الْفِرَاقِ

Aziz, sıddık, vefadar, sebatkâr kardeşlerim!

Cenab-ı Hakk’a yüz binler şükür ve hamdolsun; sizin gibi sadık, ciddi, faal zatları Risale-i Nur’un etrafında toplayıp bağlamış; iman ve Kur’an hizmetinde kuvvetli ve nurlu kalemlerini çalıştırtıyor.