Hüsrev kardeş! Senin, umum kardeşlerin namına bayram tebriği hesabına başta Kur’an’ın baştaki çok şirin ve güzel cüzleri olarak Mektubat’ın kısm-ı a’zamını hediye etmekliğiniz, bin tebrik hükmünde oldu. Bin bârekellah.

Küçük Ali kardeşim! Senin, büyük manevî hediyen beni cidden çok şaşırttı, çok mütehayyir etti. O mükemmel yazılar, Büyük Ali’nin, yoksa Küçük Ali’nin mi bilemedim. Benim için yeniden dünyaya bir Abdurrahman, bir Lütfü gelmiş gibi Büyük Hâfız Ali’nin sisteminde bir kahraman yardımcı ve iki mübarek ve hâlis ve kıymettar Mustafaların elinde bir elmas kılınç, buranın fethinde benim gibi bir âcizin muavenetine koşuyor gördüm. Mâşâallah, Büyük Hâfız Ali’nin nurani ve büyük fabrikası Kuleönü’nü de içine almış gibi aynı kalem, aynı tarz, aynı iktidar göstermişsin. Risale-i Nur’un tam kametine yakışacak nakışlarla murassa elbise giydirmişsiniz.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bayramınızı tebrik ve hizmetinizi takdir ve muvaffakıyetinize dua ederek Hâlık-ı Rahîm’e hadsiz şükür ederim ki sizler gibi sebatkâr ve fedakâr kardeşleri Risaletü’n-Nur’a sahip ve nâşir yapmış. Ben sizleri düşündükçe ruhum inşirah ve kalbim ferahlarla dolar. Daha dünyadan gitmek benim için medar-ı teessüf olamaz. Sizler kaldıkça ben yaşıyorum diye mevte dostane bakıyorum, ecelimi telaşsız bekliyorum. Allah sizden ebeden razı olsun, âmin âmin âmin!

Kardeşlerim, size latîf bir hikâye:

Bir zaman Barla’da bir zat, ağaçtan bir kutuda cevizli bir tatlı bana göndermişti. Mukabilini verdiğim o bir buçuk kilo lokmalardan her gün altışar tane ben kendim yerdim ve bazen o kadar ve daha ziyade başkalara teberrük olarak verirdim. Sıddık Süleyman bu hâdiseyi belki tahattur eder. Bir aydan ziyade devam etti. Sonra merhum Galib Bey ile hesap ettik, onun beş altı misli bereket, içinde olduğuna kanaatimiz geldi. Ben o vakit dedim: “Bu zatta ehemmiyetli