mülevves ettikleri için aynı istihracın gösterdiği tarihte, o mimsiz medeniyetin başına da öyle bir semavî tokat indi ki en karanlık vahşetten daha aşağı indirdi.

Elhasıl: Sırr-ı İnna A’tayna’da çok geniş bir daire, dar bir dairede tatbik edilmiş. Nur müjdesi ise dar ve manevî fakat yüksek bir daireyi, geniş ve maddî bir daire suretinde tasvir edilmişti. Cenab-ı Hakk’a yüz bin şükür ediyorum ki bu iki kusurumu, kuvvetli bir ihtar-ı manevî ile ıslah etti. يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ sırrına mazhar eyledi.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ‌

Aziz kardeşlerim! Sakın bu fıkranın vasıtasıyla o sırr-ı mahremi fâş etmeyin ve o risaleyi de araştırmayın. Yalnız bu fıkrayı zararsız görseniz haslara gösterebilirsiniz.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bu defaki mektublarınız gelmeden evvel, bir ihtar ile kendi cevabını kerametkârane yazdırmış. Demek, mektub sahiplerinin fevkalâde sadakatleri keramet derecesine çıkmış.

Kardeşlerim, mektublarınızda çok yüksek düşünce ve takdirat, binden bir hisse de benim olsa hadsiz şükrederim. Belki Risale-i Nur’un manevî şahsiyeti ve çok kesretli talebeleri içinde bilmediğimiz gayet yüksek bir makam sahibi bir zatın tesiratı ve kumandası hissediliyor. Benim gibi bin derece uzak bir bîçarede tasavvur ediliyor. Hakkım olmadan bana verilen ziyade ehemmiyetiniz inşâallah size zararı olmaz fakat Risale-i Nur’un hüsn-ü cereyanına zarar ihtimali var. Siz bir hakikati hissediyorsunuz ve fevkalâde sadakat ve ihlasınız inşâallah hak görür fakat surette bazen aldanılır. Biz, hizmetle mükellefiz. Neticeleri ve muvaffakıyet, Cenab-ı Hakk’a aittir.

***