terk etmekle, yüzer şer yapmak, tâ bir tek şer gelmesin gibi hikmete, hakikate, rububiyete münafî olur. Fakat küllî kanunların tazyikinden feryat eden fertlere, inayat-ı hâssa ve imdadat-ı hususiye ile ve ihsanat-ı mahsusa ile Rahmanu’r-Rahîm her bîçarenin imdadına yetişebilir. Dertlerine derman yetiştirir. Fakat o ferdin hevesiyle değil, hakiki menfaatiyle yardım eder. Bazen dünyada istediği bir cama mukabil, âhirette bir elmas verir.

***

Üstadımızın ve Risale-i Nur’un ciddi hakaikleri içinde en tatlı bir fakihesi tevafuk olduğu için kardeşlerimize yine bu iki gün zarfında küçük bir iki tevafuku, size bundan evvelki tevafuka hâşiye olarak yazıyoruz:

Evet, nasıl ki kelimatta ve kelimat-ı mektubede tevafuk; bir kasd, bir inayet-i hususiyeyi gösteriyor. Bazen hârika olup keramet derecesine çıkıyor. Bazen latîf bir zarafet veriyor. Aynen öyle de Risale-i Nur’a ait ve Üstadımıza ait hâdisatta da aynen kasdî ve inayetkârane tevafuku, akvaldeki o ef’alde dahi görüyoruz. Ezcümle:

Size yazılan, dört ay gelmeyen hane sahibesi için Emin kardeşimize dedi: “Haber gönder.” tekellümünde, onun kapı çalması tevafuk ettiği gibi aynı cümle, iki defa okunduğu zaman “Emin’e dediği” kelimesi okunduğu anında, aşağıki kapıyı Emin açtı. Gelmek zamanı gelmeden geldi. İkinci gün, yine başka bir adama okunduğu vakit “Emin’e dediği” kelimesini okuduğu vakit, aynı anda yukarı kapıyı Emin açtı, gelmek âdetine muhalif olarak geldi, girdi. Bu iki tevafuk, hane sahibesinin tevafukuna tevafuku gösteriyor ki en cüz’î işlerimiz de tesadüf değil, kasdî tevafuktur.

Hem dört ay evvel bize bir parça tarhana getiren Risale-i Nur şakirdlerinden Fuad’ın İstanbul’a gidip otuz gün tehirinden geç kalmasından endişe ettiğimiz aynı günde, onun tarhanası bittiği aynı günde gelmesi, tevafuk etti.

Hem aynı günde, bir parça tereyağı –biz ve Üstadımız da bunun bereketini hissediyorduk– bittiği dakikada onun miktarına tevafuk edip zannımızca aynı yerde, aynı miktar, aynı zamanda geldiği gibi hem buralarda köylerde, kül içinde yapılan bir çörek, Üstadımızın