Otuz Birinci âyetin birinci mukaddimesi olan وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰى cümlesi, bin beş yüz (1500) küsur olan makam-ı cifrîsiyle; ehl-i dalalet tarafından aşılanan manevî hastalıkların kısm-ı a’zamı, Risaletü’n-Nur’un Kur’anî ilaçlarıyla izale edilebilir diye işaret etmekle beraber; maatteessüf iki yüz sene kadar dünyanın ömrü bâki kalmışsa bir fırka-i dâlle dahi devam edeceğine îma ediyor.

فَتَيَمَّمُوا صَعٖيدًا cümlesi, mana-yı işarîsinde, ikinci emarenin birinci noktasında “Sin” harfi “Sad” harfinin altında gizlenmesi ve “Sad” görünmesinin iki sebebi var:

Birisi: Said, tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır tâ ki Risaletü’n-Nur’u bulandırmasın, tesirini kırmasın.

İkincisi: Şimdiki bataklığa ve manevî tauna sukutun sebebi ise terakki fikrinden neş’et ettiği cihetle, onların hatalarını gösterip suud ve terakki, Müslüman için ancak İslâmiyet’te ve imanlı olmakta olduğuna işaret etmektir.

***

Kardeşlerim!

Bugünlerde biri Risaletü’n-Nur talebelerine, diğeri bana ait iki mesele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazıyorum:

BİRİNCİ MESELE: Birinci Şuâ’da iki üç âyetin işaratında, Risaletü’n-Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gireceklerine ve ehl-i cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim. Çoktan beri muntazırdım. Lillahi’l-hamd iki emare birden kalbime geldi:

Birinci Emare: İman-ı tahkikî, ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan, vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe hem ruha hem sırra hem