muvakkat vaziyetler, ehl-i dünya için fena-yı mutlak karanlıklarında ma’dumdur, ehl-i hidayet için mevcuddur diye gördüm.

Çünkü eski zamanda çok alâkadar olduğum zevkli veya kıymetli ve şerefli muvakkat vaziyetleri mütehassirane hatırladım, müştakane arzuladım. Neden bu mübarek vaziyetler mazide kalıp fâni olsun, düşünürken iman-ı billah nuru ihtar etti ki o vaziyetler gerçi sureten fânidirler, birkaç cihette mevcuddurlar.

Çünkü Cenab-ı Hakk’ın bâki isimlerinin cilveleri olan o vaziyetler, daire-i ilimde ve elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı misaliyede bâki oldukları gibi nur-u imanın verdiği bâkiyane münasebet noktasında fevka’z-zaman bir vaziyette mevcuddurlar. Sen, o vaziyetleri çok cihetle ve çok manevî sinemalarla görebilir ve girebilirsin diye anladım. Ve dedim: “Madem Allah var, her şey var.” darb-ı mesel cümlesi, bu büyük hakikati de ifade eder. Kimin için Allah varsa yani Allah’ı bilse her şey mevcuddur, kim Allah’ı bilmezse ona her şey ma’dumdur diye delâlet eder.

Demek elemli, karanlıklı, tahassürlü bir dirhem zevki, aynı yerde yüz derece ziyade daimî, elemsiz bir zevke sefahetle tercih edenler, aks-i maksudlarıyla aynı zevkte elîm elemleri alır.

***

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ثَوَابَاتِ قِرَائَةِ

حُرُوفَاتِ الْقُرْاٰنِ الَّتٖى قَرَاْتُمُوهَا بِنِيَّتِنَا فٖى رَمَضَانَ

Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim!

Hâfız Ali’nin bu defaki mektubunda çok mübarek duaları beni ve bizi en derin ruhumuzdan mesrur edip şükre sevk etti. Ve her musibetzedeye ve hüzün ve kederlere düşenlere mana-yı işarîsiyle mededres ve halâskâr ve şifa ve medar-ı sürur olan اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ ve اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا her musibetzedeye baktığı gibi bu geçen hastalık cihetiyle bize de baktığını yazıyor.