HÂTİME

Sırr-ı tevhid içinde sair erkân-ı imaniyeye birer kelâmla kısacık birer işarettir.

Ey insan-ı gafil! Gel bir kere düşün ve bu risalenin üç makamında beyan edilen “Üç Meyve, Üç Muktezî, Üç Hücceti” nazara al, bak ki bu kâinatta tasarruf eden ve en cüz’î bir şifayı ve en küçük bir şükrü dahi nazara alan ve sinek kanadı gibi en az bir sanatı, başkalarına havale etmeyen ve vermeyen ve lâkayt kalmayan ve en basit bir tohuma bir ağaç kadar vazifeler ve hikmetler takan ve kendi rahmaniyetini ve rahîmiyetini ve hakîmliğini her bir sanatıyla ihsas eden ve kendini her bir vesile ile tanıttıran ve her bir nimetle sevdiren bir Sâni’-i Kadîr, Hakîm, Rahîm, Alîm hiç mümkün müdür ki ve hiçbir cihetle kabil midir ki kâinatı manen istila eden mehasin-i hakikat-i Muhammediyeye (asm) ve tesbihat-ı Ahmediyeye (asm) ve envar-ı İslâmiyeye karşı lâkayt kalsın?

Ve hiçbir cihetle mümkün müdür ki bütün masnuatını yaldızlayan ve bütün mahlukatını sevindiren ve kâinatı ışıklandıran ve semavat ve arzı velveleye veren ve küre-i arzın yarısını ve nev-i beşerin beşten birisini on dört asır bilâ-fâsıla saltanat-ı maddiye ve maneviyesi altına alan ve daima o muhteşem saltanatı Hâlık-ı kâinat hesabına ve namına süren risalet-i Ahmediye (asm) o Sâni’in en mühim bir maksadı, bir nuru, bir âyinesi olmasın? Hem Muhammed (asm) gibi aynı hakikate hizmet eden enbiyalar dahi o Sâni’in elçileri ve dostları ve memurları olmasın? Hâşâ, mu’cizat-ı enbiya adedince hâşâ ve kellâ!

Hem hiçbir cihetle mümkün müdür ki dal ve budak gibi en cüz’î bir şeye yüz hikmetleri ve meyveleri takan ve kendi rububiyetini fevkalâde hikmetleriyle ve umumî rahmaniyetiyle tanıttırıp sevdiren bir Hâlık-ı Hakîm-i Rahîm, kudretine nisbeten bir bahar kadar