Demek seyyiatta sebep, nefistir; mücazata bizzat müstahaktır. Hasenatta ise sebep Hak’tandır, illet de Hak’tandır. Yalnız, insan iman ile tesahub eder. “Mükâfatını isterim.” diyemez “Fazlını beklerim.” diyebilir.

Üçüncü Sual: Beyanat-ı sâbıkadan da anlaşılıyor ki seyyiat, intişar ve tecavüz ile taaddüd ettiğinden, bir seyyie bin yazılmalı, hasene ise vücudî olduğu için maddeten taaddüd etmediğinden ve abdin icadıyla ve nefsin arzusuyla olmadığından hiç yazılmamalı veya bir yazılmalı idi. Neden seyyie bir yazılır, hasene on ve bazen bin yazılır?

Elcevap: Cenab-ı Hak, kemal-i rahmet ve cemal-i rahîmiyetini o suretle gösteriyor.

Dördüncü Sual: Ehl-i dalaletin kazandıkları muvaffakıyet ve gösterdikleri kuvvet ve ehl-i hidayete galebeleri gösteriyor ki onlar bir kuvvete ve bir hakikate istinad ediyorlar. Demek, ya ehl-i hidayette zaaf var ya onlarda bir hakikat var?

Elcevap: Hâşâ! Ne onlarda hakikat var, ne ehl-i hakta zaaf vardır. Fakat maatteessüf kāsıru’n-nazar muhakemesiz bir kısım avam tereddüde düşüp vesvese ediyorlar, akidelerine halel geliyor.

Çünkü diyorlar: “Eğer ehl-i hakta tam hak ve hakikat olsaydı bu derece mağlubiyet ve zillet olmamak gerekti. Çünkü hakikat kuvvetlidir. اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلَا يُعْلٰى عَلَيْهِ olan kaide-i esasiye ile kuvvet haktadır. Eğer o ehl-i hakka mukabil galibane gelen ehl-i dalaletin hakiki bir kuvveti ve bir nokta-i istinadı olmasaydı bu derece galibiyet ve muvaffakıyet olmamak lâzım gelecekti?”

Elcevap: Ehl-i hakkın mağlubiyeti kuvvetsizlikten, hakikatsizlikten gelmediği, sâbık işaretlerle kat’î ispat edildiği gibi; ehl-i dalaletin galebesi kuvvetlerinden ve iktidarlarından ve nokta-i istinad bulmalarından gelmediği, yine o işaretlerle kat’î ispat edildiğinden bu sualin cevabı, sâbık işaretlerin heyet-i mecmuasıdır. Yalnız burada desiselerinden ve istimal ettikleri bir kısım silahlarına işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki: Yüzde on ehl-i fesat, yüzde doksan ehl-i salahı mağlup ediyordu. Hayretle merak