Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı muhafaza eden zatlara ferman etti:

يَا اَيُّهَا النَّاسُ انْصَرِفُوا فَقَدْ عَصَمَنٖى رَبّٖى عَزَّ وَجَلَّ

Yani “Nöbettarlığa lüzum yok, benim Rabb’im beni hıfzediyor.”

İşte şu risale de baştan buraya kadar gösteriyor ki: Şu kâinatın her nev’i her âlemi; Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tanır, alâkadardır. Her bir nev-i kâinatta, onun mu’cizatı görünüyor. Demek, o Zat-ı Ahmediye (asm) Cenab-ı Hakk’ın –fakat kâinatın Hâlık’ı itibarıyla ve bütün mahlukatın Rabb’i unvanıyla– memurudur ve resulüdür.

Evet, nasıl ki bir padişahın büyük ve müfettiş bir memurunu her bir daire bilir ve tanır; hangi daireye girse onunla münasebettar olur. Çünkü umumun padişahı namına bir memuriyeti var. Eğer mesela, yalnız adliye müfettişi olsa o vakit adliye dairesiyle münasebettar olur. Başka daireler onu pek tanımaz. Ve askeriye müfettişi olsa mülkiye dairesi onu bilmez.

Öyle de anlaşılıyor ki bütün devair-i saltanat-ı İlahiyede, melekten tut tâ sineğe ve örümceğe kadar her bir taife onu tanır ve bilir veya bildirilir. Demek, Hâtemü’l-enbiya ve Resul-ü Rabbi’l-âlemîn’dir. Ve umum enbiyanın fevkinde risaletinin şümulü var.

On Altıncı İşaret

İrhasat denilen, bi’set-i nübüvvetten evvel fakat nübüvvetle alâkadar olarak vücuda gelen hârikalar dahi delail-i nübüvvettir. Şu da üç kısımdır:

BİRİNCİ KISIM

Nass-ı Kur’an’la; Tevrat, İncil, Zebur ve suhuf-u enbiyanın, nübüvvet-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâma dair verdikleri haberdir.

Evet, madem o kitaplar semavîdirler ve madem o kitap sahipleri enbiyadırlar; elbette ve herhalde onların dinlerini nesheden ve kâinatın şeklini değiştiren ve yerin yarısını getirdiği bir nur ile ışıklandıran bir zattan bahsetmeleri, zarurî ve kat’îdir.

Evet, küçük hâdiseleri haber veren o kitaplar, nev-i beşerin en büyük hâdisesi olan hâdise-i Muhammediye aleyhissalâtü vesselâmı haber vermemek kabil midir?