İşte bunun içindir ki bazı olur, bir mu’cizenin vücudu ve tahakkuku, bir hükmün vücudundan on derece daha kat’î olduğu halde, onun râvisi bir iki olur; hükmün râvisi on-yirmi olur.

Dördüncü Esas

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın istikbalden haber verdiği bazı hâdiseler, cüz’î birer hâdise değil; belki tekerrür eden birer hâdise-i külliyeyi, cüz’î bir surette haber verir. Halbuki o hâdisenin müteaddid vecihleri var. Her defa bir vechini beyan eder. Sonra râvi-i hadîs o vecihleri birleştirir, hilaf-ı vaki gibi görünür.

Mesela, Hazret-i Mehdi’ye dair muhtelif rivayetler var. Tafsilat ve tasvirat, başka başkadır. Halbuki Yirmi Dördüncü Söz’ün bir dalında ispat edildiği gibi Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, vahye istinaden, her bir asırda kuvve-i maneviye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için hem dehşetli hâdiselerde yeise düşmemek için hem âlem-i İslâmiyet’in bir silsile-i nuraniyesi olan Âl-i Beyt’ine ehl-i imanı manevî rabtetmek için Mehdi’yi haber vermiş. Âhir zamanda gelen Mehdi gibi her bir asır Âl-i Beyt’ten bir nevi mehdi, belki mehdiler bulmuş. Hattâ Âl-i Beyt’ten ma’dud olan Abbasiye hulefasından Büyük Mehdi’nin çok evsafına câmi’ bir mehdi bulmuş.

İşte Büyük Mehdi’den evvel gelen emsalleri, numuneleri olan hulefa-yı mehdiyyîn ve aktab-ı mehdiyyîn evsafları, asıl Mehdi’nin evsafına karışmış ve ondan rivayetler ihtilafa düşmüş.

Beşinci Esas

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ sırrınca kendi kendine gaybı bilmezdi; belki Cenab-ı Hak ona bildirirdi, o da bildirirdi. Cenab-ı Hak hem Hakîm’dir hem Rahîm’dir. Hikmet ve rahmeti ise umûr-u gaybiyeden çoğunun setrini iktiza ediyor, mübhem kalmasını istiyor. Çünkü şu dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur. Vukuundan evvel onları bilmek elîmdir. İşte bu sır içindir ki ölüm ve ecel, mübhem bırakılmış ve insanın başına gelecek musibetler dahi perde-i gaybda kalmış.

İşte hikmet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlahiye böyle iktiza ettiği için Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ümmetine karşı ziyade