ahval ve hakîmane şuunatıyla o mertebe-i tevhidde bi’l-icma ittifak ediyorlar.

İşte o Vâhid-i Ehad’i kabul etmeyen, ya nihayetsiz ilahları kabul edecek veyahut ahmak sofestaî gibi hem kendini hem kâinatın vücudunu inkâr edecek.

İkinci Kelime

وَحْدَهُ

İşte şu kelime sarîh bir mertebe-i tevhidi gösterir. Şu mertebeyi dahi a’zamî bir surette ispat eden gayet kuvvetli bir bürhanına şöyle işaret ederiz ki:

Biz gözümüzü açtıkça, kâinat yüzüne nazarımızı saldırdıkça en evvel gözümüze ilişen, âmm ve mükemmel bir nizamdır ve şâmil, hassas bir mizandır, görüyoruz. Her şey dakik bir nizam ile hassas bir mizan ve ölçü içindedir.

Daha bir parça dikkat-i nazar ettikçe yeniden yeniye bir tanzim ve tevziniyet gözümüze çarpıyor. Yani birisi, intizam ile o nizamı değiştiriyor ve tartı ile o mizanı tazelendiriyor. Her şey bir model olup pek kesretli muntazam ve mevzun suretler giydiriliyor.

Daha ziyade dikkat ettikçe o tanzim ve tevzin altında bir hikmet ve adalet görünüyor. Her harekette bir hikmet ve maslahat gözetiliyor, bir hak, bir fayda takip ediliyor.

Daha ziyade dikkat ettikçe gayet hakîmane bir faaliyet içinde bir kudretin tezahüratı ve her şeyin her şe’nini ihata eden gayet muhit bir ilmin cilveleri nazar-ı şuurumuza çarpıyor.

Demek, bütün mevcudattaki şu nizam ve mizan, umuma âmm bir tanzim ve tevzini ve o tanzim ve tevzin, âmm bir hikmet ve adaleti ve o hikmet ve adalet, bir kudret ve ilmi gözümüze gösteriyor. Demek, bir Kadîr-i külli şey ve bir Alîm-i külli şey, şu perdeler arkasında akla görünüyor.

Hem her şeyin evveline ve âhirine bakıyoruz, hususan zîhayat nevinde görüyoruz ki: Başlangıçları, asılları, kökleri hem meyveleri ve neticeleri öyle bir tarzdadır ki güya tohumları, asılları; birer tarife, birer program şeklinde bütün o mevcudun cihazatını tazammun