Birinci Vecih

Hakikat nazarında zulümdür.

Ey mü’mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasıl ki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir cani var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek masum, dokuz cani olsa yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.

Aynen öyle de sen, bir hane-i Rabbaniye ve bir sefine-i İlahiye olan bir mü’minin vücudunda iman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil belki yirmi sıfât-ı masume varken; sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir cani sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla, o hane-i maneviye-i vücudun manen gark ve ihrakına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî ve gaddar bir zulümdür.

İkinci Vecih

Hem hikmet nazarında dahi zulümdür.

Zira malûmdur ki adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mana-yı hakikisinde olarak beraber cem’olamazlar.

Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir kalpte hakiki bulunsa o vakit adâvet mecazî olur; acımak suretine inkılab eder. Evet mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadîs ile: “Üç günden fazla mü’min, mü’mine küsüp kat’-ı mükâleme etmeyecek.”

Eğer esbab-ı adâvet galebe çalıp adâvet hakikatiyle bir kalpte bulunsa o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu ve temelluk suretine girer.

Ey insafsız adam! Şimdi bak ki mü’min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünkü nasıl ki sen âdi küçük taşları, Kâbe’den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud’dan daha büyük desen çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de Kâbe hürmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsaf-ı İslâmiye; muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü’mine karşı adâvete sebebiyet