Kur’aniyenin işaret ettiği vecihte beyan edeceğiz. Yedincisinde, senin rüyana kısa bir tabir verilecek.

Birincisi: Sure-i Yusuf’un mühim bir esası, rüya-yı Yusufiye olduğu gibi وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyeti misillü çok âyetlerle, rüyada ve nevmde perdeli olarak ehemmiyetli hakikatler var olduğunu gösterir.

İkincisi: Kur’an ile tefe’üle ve rüyaya itimada ehl-i hakikat taraftar değiller. Çünkü Kur’an-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe’ülde, kâfire ait şiddeti, tefe’ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müşevveş ediyor.

Hem rüya dahi hayır iken, bazı aks-i hakikatle göründüğü için şer telakki edilir, yeise düşürür, kuvve-i maneviyeyi kırar, sû-i zan verir. Çok rüyalar var ki: Sureti dehşetli, zararlı, mülevves iken; tabiri ve manası çok güzel oluyor. Herkes rüyanın suretiyle manasının hakikati mabeynindeki münasebeti bulamadığı için lüzumsuz telaş eder, meyus olur, keder eder.

İşte yalnız bu cihet içindir ki ehl-i hakikat gibi ve İmam-ı Rabbanî misillü başta نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ dedim.

Üçüncüsü: Hadîs-i sahih ile nübüvvetin kırk cüzünden bir cüzü nevmde rüya-yı sadıka suretinde tezahür etmiş. Demek, rüya-yı sadıka hem haktır hem nübüvvetin vezaifine taalluku var. Şu üçüncü mesele, gayet mühim ve uzun ve nübüvvetle alâkadar ve derin olduğundan, başka vakte ta’lik ediyoruz; şimdilik o kapıyı açmıyoruz.

Dördüncüsü: Rüya üç nevidir: İkisi, tabir-i Kur’an’la اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ da dâhildir; tabire değmiyor. Manası varsa da ehemmiyeti yok. Ya mizacın inhirafından kuvve-i hayaliye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat yapıyor; yahut gündüz veya daha evvel, hattâ bir iki sene evvel aynı vakitte başına gelen müheyyic hâdisatı, hayal tahattur eder; ta’dil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. İşte bu iki kısım اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ dır, tabire değmiyor.

Üçüncü kısım ki rüya-yı sadıkadır. O, doğrudan doğruya mahiyet-i insaniyedeki latîfe-i Rabbaniye, âlem-i şehadetle bağlanan ve o