ALTINCI KATRE

Kur’an başka kelâmlar ile mukayese edilmez. Aralarında münasebet yoktur. Evet kelâmın ulviyetine, kuvvetine, hüsnüne, cemaline kuvvet veren; mütekellim, muhatap, maksat, makam olmak üzere dört şeydir. Ediblerin zannettikleri gibi yalnız makam değildir. Demek, bir kelâmın derece-i kuvvetini anlamak istediğin zaman; kāiline, muhatabına, gayesine, mevzuuna bak. Bunların dereceleri nisbetinde kelâmın derecesi anlaşılır.

Evet mesela, o kelâm emir veya nehiy olursa irade ve kudreti tazammun ettiğinden derecesine göre tezauf ediyor. Mesela, Kur’an’ın

يَٓا اَرْضُ ابْلَعٖى مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِعٖى

âyetiyle, sema ve arza verdiği emrin tazammun ettiği yüksek ve kat’î irade ve kudret ile derhal semaî sehab çekilir, arz da suyunu yutar.

Ve keza arz ve semaya اِئْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا âyetiyle verilen emri itaatle kabul etmelerinden, o emirdeki irade ve kudretin derece-i kuvveti ve dolayısıyla kelâmın derece-i ulviyeti tebarüz eder. Fakat insanların camidata verdikleri emirler, mütekellimindeki irade ve kudretin zafiyeti nisbetinde ruhsuz, hayalî hezeyanlardan farkları yoktur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenab-ı Hakk’ın “A’lem, Ekber, Erham, Ahsen” gibi esma ve sıfât ve ef’alinde kullanılan ism-i tafdil tevhide naks değildir. Çünkü maksat, bizzat ve hakiki bir mevsufu gayr-ı hakiki veya aklî bir imkânla veya vehmî bir mevsufa tafdil etmektir.

Ve keza izzet-i İlahiyeye de münafî değildir. Çünkü maksat, sıfât ve ahval-i İlahiye ile mahlukatın sıfât ve ef’ali arasında bir muvazene yapmak değildir. Yani ikisini bir seviyede tuttuğundan sonra, bunu ona tafdil etmek değildir ki sıfât-ı İlahiyeye bir naks olsun.

Evet masnuattaki kemalât, Cenab-ı Hakk’ın kemalinden in’ikas eden bir gölge olduğuna nazaran masnuat, sıfât-ı İlahiye ile muvazene hakkına mâlik değildir.

***