İ’lem eyyühe’l-aziz! Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır.

Maahâzâ ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!

İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenab-ı Hakk’a malûm ve maruf unvanıyla bakacak olursan meçhul ve menkûr olur. Çünkü bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema’dır. Hakikati i’lam edecek bir ifade de değildir. Maahâzâ o unvan ile fehme gelen mana, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp zihne ilka edemez. Ancak Zat-ı Akdes’i mülahaza için bir nevi unvandır.

Amma Cenab-ı Hakk’a mevcud-u meçhul unvanıyla bakılırsa marufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. Ve kâinatta tecelli eden sıfât-ı mutlaka-i muhita ile bu mevsufun o unvandan tulû etmesi ağır gelmez.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Esma-i hüsnanın her birisi, ötekileri icmalen tazammun eder. Ziyanın elvan-ı seb’ayı tazammun ettiği gibi. Ve keza her birisi ötekilere delil olduğu gibi onların her birisine de netice olur. Demek esma-i hüsna, mir’at ve âyine gibi birbirini gösteriyor. Binaenaleyh neticeleri beraber mezkûr kıyaslar gibi veya delilleri beraber neticeler gibi okuması mümkündür.

***