Efendi’ye de: “Bu garib sözler umumen senin midir?” Elbette sana diyecektir: “Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım, onların zekâtını da bana verseler razıyım ve kâfidir. Fazlasını istemem. Zira zarafetimi tabiîlikten çıkarıp tasannua kalbeder.” Yahu, bu kökten hurafat ve mevzuat biter ve tenebbüt eder ve doğru şeyin kuvvetini bitirir.

Hâtime

İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir. Bir dane-i hakikat bir harman hayalata müreccahtır. İhsan-ı İlahî ile tavsifte kanaat etmek farzdır. Cemiyete dâhil olan, cemiyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir. Bir şeyin şerefi neslinde değildir, zatındadır. Bir şeyin aslını gösteren semeresidir. Birinin malına başka mal velev kıymetli de olsa karışırsa malını kıymetsiz ettiği gibi haczetmesine dahi sebep olur.

Şimdi bu noktalara istinaden derim ki: Tergib veya terhib için avam-perestane terviç ve teşvik ile bazı ehadîs-i mevzuayı İbn-i Abbas gibi zatlara isnad etmek büyük bir cehalettir. Evet, hak müstağnidir. Hakikat ise zengindir. Tenvir-i kulûbe ziyaları kâfidir. Müfessir-i Kur’an olan ehadîs-i sahiha bize kifayet eder. Ve mantığın mizanıyla tartılmış olan tevarih-i sahihaya kanaat ederiz.

Beşinci Mukaddime

Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar. Şöyle ki:

Mecazat ve teşbihat, ne vakit cehlin yesar-ı muzlimanesi, ilmin yemin-i nuranisinden kaçırıp gasbetse veyahut mecaz ile teşbih bir uzun ömür sürseler hakikate inkılab ederek taravet ve zülâlinden boş olup şarap iken serap ve nâzenin ve hasnâ iken acuze-i şemtâ ve kocakarı olur.

Evet, mecaz şeffafiyetiyle şule-i hakikat ondan telemmu eder. Fakat hakikate inkılabıyla kesif olup hakikat-i asliyeyi münkesif eder. Lâkin bu tahavvül bir kanun-u fıtrîdir. Buna şahit istersen lügatın teceddüd ve tagayyüratının ve iştirak ve teradüfün sırlarına müracaat et.