onların bedahet-i hislerine karşı mugalata-i nefis gibi bir emr-i gayr-ı makule teklif olmaz mı idi? Halbuki i’caz-ı Kur’an pek yüksek ve pek münezzehtir ki onun safi ve parlak dâmenine, ihlâl-i ifham olan gubar konabilsin.

Bununla beraber Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan âyât-ı beyyinatın telâfifinde maksad-ı hakikiye telvih ve işaret ettiği gibi bazı zevahir-i âyâtı –kinayede olduğu gibi– maksada menar etmiştir.

Hem de usûl-ü mukarreredendir: Sıdk ve kizb yahut tasdik ve tekzip; kinayat ve emsallerinde, fenn-i beyanda “maânî-i ûlâ” tabir olunan suret-i manaya râci değildirler. Ancak “maânî-i sânevî” ile tabir olunan maksat ve garaza teveccüh ederler. Mesela “Filanın kılıncının bendi uzundur.” denilse, kılıncı olmazsa da fakat kameti uzun olursa yine hüküm doğrudur, yalan değildir.

Hem de nasıl kelâmda bir kelime, istiareye karine-i mecazdır. Öyle de kelime-i vâhid hükmünde olan kelâmullahın bir kısım âyâtı, sair ihvanının hakikat ve cevherlerine karine ve reh-nüma ve komşularının kalplerindeki sırlara delil ve tercüman oluyorlar.

Elhasıl: Bu hakikati pîş-i nazara getiremeyen ve âyetleri muvazene ve doğru muhakeme edemeyen, meşhur Bektaşî gibi ki namazın terkinde taallül yolunda demiş: “Kur’an diyor: لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ İlerisine de hâfız değilim.” Nazar-ı hakikate karşı maskara olacaktır.

İkinci Mukaddime

Mazide nazarî olan bir şey, müstakbelde bedihî olabilir.

Şöyle tahakkuk etmiştir: Âlemde meylü’l-istikmal vardır. (*) Onun ile hilkat-i âlem, kanun-u tekâmüle tabidir. İnsan ise âlemin semerat

___

* Bizim bir Kürt demiştir:

Her zerrede temayül ayândır tekâmüle

Her soyda füyuz-u hüveyda-nüma ile

Bir nokta-i kemale şitab üzre kâinat,

Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat.

Kahriyyat