âyâtın zamairindeki serairleri izhar eylemişlerdir. Bize hâcet bırakmamışlar fakat bir ders-i ibret vermişler ve sermeşk yazmışlar.
وَلٰكِنْ بَكَوْا قَبْلٖى فَهَيَّجُوا لِىَ الْبُكَاءَ
وَهَيْهَاتَ ذُو رَحْمٍ يَرُقُّ لِبُكَائٖى
Malûmdur: Malûmu i’lam bâhusus müşahed olursa abestir. Demek içinde bir nokta-i garabet lâzımdır, tâ onu abesiyetten çıkarsın.
Eğer denilse: “Bakınız nasıl arz küreviyetiyle beraber musattaha ve size mehd olmuştur, denizin tasallutundan kurtulmuş.” Veyahut “Nasıl şems, istikrarla beraber tanzim-i maişetiniz için cereyan ediyor.” Veyahut “Nasıl binler sene ile uzak olan şems, ayn-ı hamiede gurûb ediyor.” Maânî-i âyât kinayetten sarahate çıkmış oluyor. Evet, şu garabet noktaları, belâgat nükteleridir.
Sekizinci Mesele
İşaret:
Ehl-i zahiri hayse beyse vartalarına atanlardan birisi, belki en birincisi: İmkânatı, vukuata karıştırmak ve iltibas etmektir. Mesela diyorlar: “Böyle olsa kudret-i İlahiyede mümkündür. Hem ukûlümüzce azametine daha ziyade delâlet eder. Öyle ise bu vaki olmak gerektir.”
Heyhat! Ey miskinler! Nerede aklınız kâinata mühendis olmaya liyakat göstermiştir? Bu cüz’î aklınız ile hüsn-ü küllîyi ihata edemezsiniz. Evet, bir zira’ kadar bir burun altından olsa yalnız ona dikkat edilse güzel gören bulunur.
Hem de onları hayrette bırakan tevehhümleridir ki: İmkân-ı zatî, yakîn-i ilmîye münafîdir. O halde yakîniye olan ulûm-u âdiyede tereddüt ettiklerinden “lâedrî”lere yaklaşıyorlar. Hattâ utanmıyorlar ki mesleklerinde lâzım gelir; Van Denizi, Sübhan Dağı gibi bedihî şeylerde tereddüt edilsin. Zira onların mesleğince mümkündür: Van Denizi düşab ve Sübhan Dağı da şeker ile örtülmüş bala inkılab etsin. Veyahut o ikisi bazı arkadaşımız gibi küreviyetten razı olmayarak sefere gittiklerinden ayakları sürçerek umman-ı ademe gitmeleri muhtemeldir.