münasebat-ı meşhure üzerine müessestir. Mesela, bir mamule iki âmil dâhil olmaz. Ve “hel” lafzı fiili gördüğü gibi sabretmez, visal ister. Hem fâil kuvvetlidir, kavî olan zammeyi kendine gasbeder. “Mesela” hariç ve kâinatta cari olan kanunların birer aks-i misalîsidir.

Tenbih:

Bu münasebat-ı nahviye ve sarfiye olan hikmet-i vâzı’ ise felsefe-i beyan derecesinde olmaz ise de pek büyük bir kıymeti vardır. Ezcümle: İstikra ile sabit olan ulûm-u nakliyeyi, ulûm-u akliyenin suretlerine çeviriyor.

Sekizinci Mesele

Maânî-i beyaniyenin aşılaması ve telkîhi ve manaların becayiş ve inkılabları; kelimenin mana-yı hakikisi, ya garaz veyahut mana-yı muallakadan birisini teşerrüb ve içine cezb etmektir. Zira içine girdiği vakit sahibü’l-beyt olan hakikate ve esasa dönüyor. Ve asıl lafzın sahibi olan mana ise bir suret-i hayatiyeye dönüyor. Ona meded verir. Ve müstetbeattan istimdad eder. Bu sırdandır ki kelime-i vâhidenin maânî-i müteaddidesi oluyor. Ve becayiş ve telkîhat bundan çıkar. Bu noktadan gaflet eden, büyük bir belâgatı kaybeder.

İşaret:

Bir şey merkep ve binilmiş ise عَلٰى lafzına müstahak olduğu gibi zarf gibi içine aldığından فٖى lafzını ister. تَجْرٖى فِى الْبَحْرِ gibi. Hem de bir şey âlet olduğundan بَاء lafzını ister. صَعَدْتُ السَّطْحَ بِالسُّلَّمِ gibi. Ve mekân ve merkep olduğundan فٖى ve عَلٰى lafızlarını dahi ister. Hem de gaye olduğundan اِلٰى ve حَتّٰى lafızlarını ister. İllet ve zarf olduğundan لَامْ ve فٖى lafızlarını dahi ister. وَالشَّمْسُ تَجْرٖى لِمُسْتَقَرٍّ gibi. İşte sermeşk, sen de kıyas edebilirsen et!