Halil İbrahim’in Risale-i Nur’a hitaben yazdığı bir fıkradır

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى الرِّسَالَةِ النُّورِيَّةِ

Şümus-u Kur’an’ın envarlarından in’ikas eden ecram-ı ulviye, seyyarat ve sevabit-i kevkebiye ve ezhar-ı müzeyyene-i ravza-i safaiyye ve hakaik-aşina ile memlû dürr-i meknune

اَلْمُؤَيَّدُ بِالدَّلَائِلِ الْعَقْلِيَّةِ وَالتَّسْلٖيمِيَّةِ

olan Risale-i Nuriye, esrar-ı Kitabullah, âlemi ziyalandırdı ve inşâallah daimî ziyalandıracaktır. Ve öyle bir şaheserdir ki selef-i salihînin eserlerinin sonunda gelmekle hepsinden ileridedir. Öyle mebzul bir feyz var ki en zulmetli kalpleri dahi nur-u iman ile nurlandırır. Ve öyle bir marifet-i İlahiyeyi serd ve beyan eyler ki körlere bile gösterdi.

O benim gözümün nuru, kalbimin süruru, gönlümün bülbülü, ruhumun gıdası, letaifimin incilâsı, canımın canı… Ben onun her bir hakikatine bin can versem, inşâallah bir cana mukabil bâkide bin can alacağım. O benim kabirde enisim, berzahta refikim ve mizanda a’malim, sıratta Burak’ım, cennette yoldaşım…

Ben onun hakkında nasıl tarif edebilirim? Yirmi Sekizinci Mektub’ta serdedilen

وَمَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتٖى § وَلٰكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتٖى بِمُحَمَّدٍ

fehvasınca ben de derim:

وَمَا مَدَحْتُ رِسَالَةَ النُّورِ بِمَقَالَتٖى § وَلٰكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتٖى بِرِسَالَةِ النُّورِ

Hem ne haddime düşmüş ki o menşur-u Kur’an’dan bahsedeyim! Olsa olabilse bu fakir, ondan istişfâ (اِسْتِشْفَاء) ve istişfâ’ (اِسْتِشْفَاع) ve istifaza edebilir. Şöyle ki:

گَرْ نَه خٰواهٖى دَادْ نَه دَادٖى خٰواهْ

kaidesince rıza-yı Bâri’nin kendisinden hoşnut ve razı olmasını isteriz. Ve onun nuruyla dünyada bütün âlem-i İslâm’ın nurlanmasını isteriz. Ve talebelerinin dünyada birer arslan ve âhirette birer