(1351) şeair-i İslâm içinde mühim tahavvülat zamanında bütün kuvvetimle şeairin muhafazasına hizmetle mükellef olduğum halde, o manevî herc ü mercdeki fırtınalar bizi sarsmadı.

Hem مَغْرِبًا kelimesi, âhirdeki tenvin ile beraber bin iki yüz doksan iki (1292) eder ki bu fakirin dünyaya gelmesinden bir sene evvel veyahut rahm-ı maderdeki tarihe işaretle beraber كَانَ مَغْرِبًا bin üç yüz on dört (1314) eder. Bin üç yüz on dört senelerinde mevzu-u bahis olan müridi, mühim vartadan kurtulmasına Gavs (ra) işaret ediyor, onun imdadına yetiştim diyor.

Hayatta olan eski talebelerim biliyorlar ki bin üç yüz on dört, bin üç yüz on beş, on altı senelerinde, Van Kalesi ki iki minare yüksekliğinde sırf dağ gibi bir taştan ibarettir, eskiden kalma oda gibi bir in kapısına gidiyorduk. Ayağımdan kunduralar kaydı, iki ayağım birden kaydı. Tehlike yüzde yüz… Başkaca nokta-i istinad kalmadığı halde, büyük bir istinada basmış gibi üç metrelik bir kavisle o mağaranın kapısına atılmışım. Hem ben hem beraberimdeki orada hazır arkadaşlarım, ecel gelmediği için sırf bir hıfz-ı İlahî, hârika bir imdad-ı gaybî telakki ettik.

İşte Hazret-i Gavs, madem bu kasidesinde sergüzeşt-i hayatımın mühim noktalarına işaret ediyor; elbette bu acib ve en tehlikeli bir sergüzeşt-i hayatıma şu cümlesiyle işaret ediyor denilebilir.

Elhasıl: Hazret-i Gavs’ın mezkûr kelimatları, bu fakirin tarih-i hayatımda geçen en mühim noktaları manasıyla ifade ettikleri gibi hesab-ı ebced makamıyla mühim noktaların tarih-i vukularına tevafukları, elbette tesadüfî ve tesadüf işi olamaz. Sair işaratın kuvveti, kat’iyeti, tesadüfü muhal derecesine getirmiştir. Madem bu beş satır kasidesi, bir keramettir; keramet ise mu’cize gibi Cenab-ı Hak tarafındandır, intak-ı bi’l-hak nevindendir, daha beyan etmediğimiz çok esrarı hâvidir, ihtiyar-ı beşer yetişemez.

Said Nursî

***