İkincisi: İnsanın câmiiyeti ve şecere-i kâinatın en münevver meyvesi olduğundan, bütün kâinatta cilveleri tezahür eden esma-i hüsnayı, birden âyine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle Cenab-ı Hak, tecelli-i zatıyla ve esma-i hüsnanın a’zamî mertebede, nev-i insanın manen en a’zam bir ferdine, tecelli-i a’zam tezahür eder ki bu tezahür ve tecelli, mi’rac-ı Ahmedî (asm) sırrıdır ki onun velayeti, risaletine mebde olur.

Velayet ki zıllden geçer, ikinci temsilin birinci adamına benzer. Risalette zıll yoktur, doğrudan doğruya Zat-ı Zülcelal’in ehadiyetine bakar, ikinci temsilin ikinci adamına benzer.

Mi’rac ise velayet-i Ahmediyenin (asm) keramet-i kübrası hem mertebe-i ulyâsı olduğundan, risalet mertebesine inkılab etmiş. Mi’racın bâtını velayettir, halktan Hakk’a gitmiş. Zahir-i mi’rac risalettir, Hak’tan halka geliyor. Velayet, kurbiyet meratibinde sülûktur. Çok meratibin tayyına ve bir derece zamana muhtaçtır. Nur-u a’zam olan risalet ise akrebiyet-i İlahiyenin inkişafı sırrına bakar ki bir ân-ı seyyale kâfidir. Onun için hadîste denilmiş: “Bir anda dönmüş, gelmiş.”

Şimdi makam-ı istima’da bulunan mülhide deriz ki:

Madem bu kâinat, gayet muntazam bir memleket, gayet muhteşem bir şehir, gayet müzeyyen bir saray hükmündedir. Elbette onun bir hâkimi, bir mâliki, bir ustası vardır.

Madem böyle haşmetli bir Mâlik-i Zülcelal, bir Hâkim-i Zülkemal, bir Sâni’-i Zülcemal vardır. Hem madem umum o âleme, o memlekete, o şehre, o saraya alâkadarlık gösteren ve havas ve duygularıyla umumuna münasebettar ve nazarı küllî olan bir insan vardır. Elbette o Sâni’-i Muhteşem, o küllî nazarlı ve umumî şuurlu olan insan ile ulvi, a’zamî bir münasebeti bulunacaktır ve ona kudsî bir hitabı ve âlî bir teveccühü olacaktır.

Hem madem Âdem aleyhisselâmdan şimdiye kadar şu münasebete mazhar olanların içinde âsârının şehadetiyle, yani küre-i arzın nısfını ve nev-i beşerin humsunu daire-i tasarrufuna aldığı ve kâinatın şekl-i manevîsini değiştirdiği, ışıklandırdığı gibi en a’zamî bir mertebede o münasebeti Muhammed-i Arabî (sallallahu aleyhi vesellem) göstermiştir. Öyle ise o münasebetin en a’zamî bir mertebesinden ibaret olan mi’rac, ona elyak ve ona evfaktır.