Mesela yemekten, bedenin tagaddi-i hüceyratından tut tâ semeratın teşekkülüne kadar olan silsile-i ef’al içinde, insanın dest-i ihtiyarına verilen yalnız ağızdaki dişlerin değirmenini tahrik edip onu çiğnemektir. Ve söylemek silsilesinden yalnız meharic-i huruf kalıplarına, havayı sokup çıkarmaktır. Halbuki ağzında bir tek kelime, bir çekirdek gibi iken bir ağaç hükmündedir. Hava içinde milyonlar aynı kelime gibi meyveler verir. Milyonlarla dinleyenlerin kulaklarına girer. Bu misalî sümbüle, insandaki hayalin eli ancak yetişebilir. İhtiyarın kısacık eli, nasıl yetişir?

Madem esbab içinde en eşrefi ve en ziyade ihtiyar sahibi olan insan, böyle hakiki icaddan eli bağlansa sair cemadat ve behimat ve anâsır ve tabiat, nasıl hakiki mutasarrıf olabilirler?

Yalnız o esbab, birer zarftır ve masnuat-ı Rabbaniyeye birer kılıftırlar ve hedâyâ-yı Rahmaniyeye birer tablacıdırlar. Elbette bir padişahın hediyesinin kabı veya hediyeye sarılan mendil veyahut hediye eline verilip getiren nefer, o padişahın saltanatına şerik olamazlar. Ve onları şerik tevehhüm eden, saçma bir hezeyan eder. Öyle de esbab-ı zahiriye ve vesait-i suriyenin, rububiyet-i İlahiyeden hiçbir cihette hisseleri olamaz. Hizmet-i ubudiyetten başka nasibleri yoktur.

İKİNCİ MAKSAT

Ehl-i şirkin vekili, meslek-i şirki hiçbir cihette ispat edemediğinden ve onun ispatından meyus kaldığından; ehl-i tevhidin mesleğini, teşkikatıyla ve şüpheleriyle tahrip etmeye çalışmak istediğinden şöyle ikinci bir sual ediyor. Diyor ki:

Ey ehl-i tevhid! Siz diyorsunuz ki: “قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ ۞ اَللّٰهُ الصَّمَدُ Hâlık-ı âlem birdir, Ehad’dir, Samed’dir. Hem her şeyin Hâlık’ı odur. Ehadiyet-i zatiyesiyle beraber doğrudan doğruya her şeyin dizgini onun elinde, her şeyin anahtarı kabzasında, her şeyin nâsiyesini tutuyor. Bir iş bir işe mani olmuyor. Bütün eşyada, bütün ahvaliyle bir anda tasarruf edebilir.” Böyle acib bir hakikate nasıl inanılabilir? Müşahhas bir tek zat, nihayetsiz yerlerde, nihayetsiz işleri külfetsiz yapabilir mi?

Elcevap: Şu suale, gayet derin ve ince ve gayet yüksek ve geniş olan bir sırr-ı ehadiyet ve samediyetin beyanıyla cevap verilir. Fikr-i beşer