hükmüne, hattâ her bir uzun âyet, birer kısa sure makamına geçer. Hattâ Kur’an Fatiha’da, Fatiha dahi Besmele’de münderic olduğuna ehl-i keşif müttefiktirler. Şu hakikate bürhan ise ehl-i tahkikin icmaıdır.

İkinci Işık

Âyât-ı Kur’aniye; emir ve nehiy, vaad ve vaîd, tergib ve terhib, zecir ve irşad, kısas ve emsal, ahkâm ve maarif-i İlahiye ve ulûm-u kevniye ve kavanin ve şerait-i hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye ve hayat-ı kalbiye ve hayat-ı maneviye ve hayat-ı uhreviye gibi umum tabakat-ı kelâmiye ve maarif-i hakikiye ve hâcat-ı beşeriyeye delâlatıyla, işaratıyla câmi’ olmakla beraber خُذْ مَا شِئْتَ لِمَا شِئْتَ yani “İstediğin her şey için Kur’an’dan her ne istersen al.” ifade ettiği mana, o derece doğruluğuyla makbul olmuş ki ehl-i hakikat mabeyninde durub-u emsal sırasına geçmiştir.

Âyât-ı Kur’aniyede öyle bir câmiiyet var ki her derde deva, her hâcete gıda olabilir. Evet, öyle olmak lâzım gelir. Çünkü daima terakkiyatta kat’-ı meratib eden bütün tabakat-ı ehl-i kemalin rehber-i mutlakı, elbette şu hâsiyete mâlik olması elzemdir.

Üçüncü Işık

Kur’an’ın i’cazkârane îcazıdır. Kâh olur ki uzun bir silsilenin iki tarafını öyle bir tarzda zikreder ki güzelce silsileyi gösterir. Hem kâh olur ki bir kelimenin içine sarîhan, işareten, remzen, îmaen bir davanın çok bürhanlarını derceder.

Mesela

وَمِنْ اٰيَاتِهٖ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْ

de âyât ve delail-i vahdaniyet silsilesini teşkil eden silsile-i hilkat-i kâinatın mebde ve müntehasını zikir ile o ikinci silsileyi gösterir, birinci silsileyi okutturuyor. Evet, bir Sâni’-i Hakîm’e şehadet eden sahaif-i âlemin birinci derecesi, semavat ve arzın asl-ı hilkatleridir. Sonra gökleri yıldızlarla tezyin ile zeminin zîhayatlarla şenlendirilmesi, sonra güneş ve ayın teshiriyle mevsimlerin değişmesi, sonra gece ve gündüzün ihtilaf ve deveranı içindeki silsile-i şuunattır. Daha gele gele tâ kesretin en ziyade intişar ettiği mahal olan simaların ve seslerin hususiyetlerine ve imtiyazlarına ve teşahhuslarına kadar…