İşte bu def’î ve âni bir surette bu hârika sanat ve güzel heyet, her biri bir Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdet-i rububiyetine işaret ettikleri gibi mecmuu gayet parlak bir tarzda nihayetsiz Kadîr, nihayetsiz Hakîm bir Vâcibü’l-vücud’u gösterir.

Şimdi ey sersem münkir! Haydi bunu ne ile izah edersin? Senin gibi sersem, âciz, cahil tabiatla mı? Veyahut hadsiz derece hata ederek o Sâni’-i Mukaddes’e “tabiat” ismini verip onun mu’cizat-ı kudretini, o tesmiye bahanesiyle tabiata isnad edip bin derece muhali birden irtikâb etmek mi istersin?

ALTINCI PENCERE

اِنَّ فٖى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتٖى تَجْرٖى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فٖيهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍ وَتَصْرٖيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

Şu âyet, vücub ve vahdeti gösterdiği gibi bir ism-i a’zamı gösteren gayet büyük bir penceredir.

İşte şu âyetin hülâsatü’l-hülâsası şudur ki kâinatın ulvi ve süflî tabakatındaki bütün âlemler ayrı ayrı lisanla bir tek neticeyi, yani bir tek Sâni’-i Hakîm’in rububiyetini gösteriyorlar. Şöyle ki:

Nasıl göklerde (hattâ kozmoğrafyanın itirafıyla dahi) gayet büyük neticeler için gayet muntazam hareketler, bir Kadîr-i Zülcelal’in vücud ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Öyle de zeminde bilmüşahede (hattâ coğrafyanın şehadetiyle ve ikrarıyla) gayet büyük maslahatlar için mevsimlerdeki gibi gayet muntazam tahavvülatlar dahi aynı o Kadîr-i Zülcelal’in vücub ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Hem nasıl berrde ve bahirde kemal-i rahmet ile rızıkları verilen ve kemal-i hikmet ile muhtelif şekiller giydirilen ve kemal-i rububiyetle türlü türlü duygularla teçhiz edilen bütün hayvanat, birer birer yine o Kadîr-i Zülcelal’in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret