Yoksa toprağın her bir zerresinde hadsiz bir kudret, bir hikmet ve bütün otlar ve çiçeklerin teşkilatına dair pek hârika ve küllî bir sanatkârlık bulunmak; havanın her bir zerresinde –Rehber’deki Hüve Nüktesi’nin dediği gibi– bütün konuşmaları ve telefon ve radyoların kelimelerini bilecek ve sair zerrelere ders verecek bir kabiliyet bulunmak lâzım gelir. Bu acib fikri ise hiçbir şeytan, hiçbir kimseye kabul ettiremez.

Ve bu derece akıldan, hakikatten uzak ve bütün mevcudata karşı bir tahkir ve tecavüz olan küfür ve inkârın cezası ancak dehşetli cehennem olabilir ve ayn-ı adalettir. Elbette öyle münkirler için “Yaşasın cehennem!” dememiz lâzım.

Sekizinci Kelime

وَهُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:

Mesela, nasıl gündüzde çalkanan bir deniz yüzünde ve akan bir nehir üstündeki kabarcıklarda görünen güneşçikler gitmeleriyle arkalarından gelen yeni kabarcıklar, aynen gidenler gibi güneşçikleri gösterip gökteki güneşe işaret ve şehadet ederler ve zeval ve vefatlarıyla bir daimî güneşin mevcudiyetine ve bekasına delâlet ederler. Aynen öyle de her vakit değişen kâinat denizinin yüzünde ve tazelenen hadsiz fezasında ve zerrat tarlasında ve bütün hâdisatı ve fâni mevcudatı kucağına alarak beraber çalkanan zaman nehrinin içinde mahlukat, mütemadiyen süratle akıp gidiyorlar, zahirî sebepleriyle beraber vefat ediyorlar. Her sene, her gün bir kâinat ölür, bir tazesi yerine gelir.

Ve zerrat tarlasında, mütemadiyen seyyar dünyalar ve seyyal âlemler mahsulatı alındığından elbette kabarcıklar ve güneşçikler zevalleriyle daimî bir güneşi gösterdikleri gibi o hadsiz mahlukat ve mahsulatın vefatları ve zahirî sebepleriyle beraber kemal-i intizamla terhisleri, gündüz gibi şüphesiz, güneş gibi zahir bir kat’iyette bir Hayy-ı Lâyemut’un, bir Şems-i sermedî’nin, bir Hallak-ı Bâki’nin ve bir Kumandan-ı Akdes’in vücub-u vücudu ve vahdeti ve mevcudiyeti, kâinatın mevcudiyetinden bin derece zahir ve kat’îdir diye bütün mevcudat, ayrı ayrı ve beraber şehadet ederler.

İşte kâinatı dolduran bu yüksek sesleri ve kuvvetli şehadetleri işitmeyen ve kulak vermeyen, ne derece sağır ve ahmak ve cani olduğunu elbette anladınız.