Evet Âyetü’l-Kübra Şuâı, otuz üç icma-ı azîmi ve küllî hüccetleri mevcudatın heyet-i mecmuasında gösterip her bir hüccet-i külliyede hadsiz bürhanlara işaret ederek başta semavat, yıldızlar kelimeleriyle; arz, hayvanat ve nebatat kelâmları ve cümleleriyle; gitgide tâ kâinat mecmuası, müştemilat ve mevcudat ve hudûs ve imkân ve tagayyür hakikatlerinin kelimeleriyle Vâcibü’l-vücud’un mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş zuhurunda ve gündüz kat’iyetinde ispat ediyor.

Sarsılmaz bir iman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar, Âyetü’l-Kübra’ya müracaat etsinler.

İkinci Kelime

وَحْدَهُ dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:

Bu kâinatta, her cihette bir birlik, bir vahdet görünüyor. Mesela, kâinat bir muntazam şehir, bir muhteşem saray, bir mücessem manidar kitap, bir cismanî ve her âyeti, hattâ her bir harfi ve her bir noktası mu’cizekâr bir Kur’an hükmünde bulunmasıyla bir vahdet ve birlik gösterdiği gibi o sarayın lambası bir ve takvimci kandili bir ve ateşli aşçısı bir ve sakacı süngeri, sucusu bir, bir bir bir, tâ bin birler kadar birlikleri ve vahdetleri göstermekle o sarayın ve şehrin, o kitabın, o cismanî Kur’an-ı Kebir’in sahibi, hâkimi, kâtibi, musannifi bilbedahe mevcud ve vâhid ve birdir diye kat’î ispat eder.

Üçüncü Kelime

لَا شَرٖيكَ لَهُ dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur ki:

Âyetü’l-Kübra Şuâı’nın madeni, üstadı, esası ve Âyetü’l-Kübra namında olan

قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لَابْتَغَوْا

اِلٰى ذِى الْعَرْشِ سَبٖيلًا... اِلٰى اٰخِر

âyet-i ekberidir. Yani eğer şeriki olsa ve başka parmaklar icada ve rububiyete karışsa idiler, intizam-ı kâinat bozulacaktı. Halbuki küçücük sineğin kanadından ve göz bebeğindeki hüceyrecikten tut tâ tayyare-i cevviye olan hadsiz kuşlara, tâ manzume-i şemsiyeye kadar her şeyde cüz’î küllî, küçük ve büyük en mükemmel bir intizam bulunması; şeksiz ve kat’î bir surette şeriklerin muhaliyetine