geçmiş. Habbeyi on kubbe yaparak vilayet zabıtasını şaşırtıp “Kiminle görüşüyor, yanına kimler gidiyor?” diye beni sıkmaya başladılar. Her ne ise… Bunlar gibi çok acı numuneler var. Fakat en manasızı budur ki beni konuşturmamak için hizmetimde bir çocukla bir hastalıklı adamdan başka herkesi ürkütüp benden kaçırtmalarıdır.

Ben de derim:

On adamın benden çekinmeleri yerine; on binler belki yüz binler Müslüman, Risale-i Nur’un dersine hiçbir maniye ehemmiyet vermeyerek devam ediyorlar. Hem bu memlekette hem hariç âlem-i İslâm’da çok kuvvetli hakikatleri ve çok kıymetli faydaları için tam bir revaç ile intişar eden Risale-i Nur’un binler nüshalarından her biri, benim yerimde benden mükemmel konuşuyor. Benim susmamla, onlar susmaz ve susturulmazlar.

Hem madem mahkemece ispat edilmiş ki yirmi seneden beri siyasetle alâkamı kestiğim ve hiçbir emare aksine zuhur etmediği halde, elbette benimle görüşenden tevehhüm etmek pek manasızdır.

***

(Kendi kendime hasbihal namındaki parçaya lâhika olarak)

Adliye Vekiliyle ve Risale-i Nur’la alâkadar mahkemelerin hâkimleriyle bir hasbihaldir

Efendiler! Siz, ne için sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur’la uğraşıyorsunuz! Kat’iyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünkü Risale-i Nur ve hakiki şakirdleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar. Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak o saadet ve selâmet hizmeti bir mübareze olsa da kabirde toprak olmaya yüz tutanları alâkadar etmemek gerektir.

Evet, hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki