Bazı mebuslar diyorlar ki: Yalnız sen medrese usûlüyle, sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun; halbuki şimdi garplılara benzemek lâzım.

Bedîüzzaman: O vilayat-ı şarkiye, âlem-i İslâm’ın bir nevi merkezi hükmündedir; fünun-u cedide yanında, ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü ekser enbiyanın Şark’ta, ekser hükemanın Garp’ta gelmesi gösteriyor ki şarkın terakkiyatı dinle kaimdir. Başka vilayetlerde sırf fünun-u cedide okuttursanız da şarkta her halde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk’e hakiki kardeşliğini hissedemeyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı, teavün ve tesanüde muhtacız. Hattâ bu hususta size bir hakikatli misal vereyim:

Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde, hamiyetli ve gayet zeki o talebem, ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: “Salih bir Türk, elbette fâsık kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır.” Sonra aynı talebe, tâli’sizliğinden, sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben –dört sene sonra– esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: Ben şimdi, Râfızî bir Kürt’ü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.

Ben de: Eyvah! dedim, ne kadar bozulmuşsun? Bir hafta çalıştım, onu kurtardım; eski hakikatli hamiyete çevirdim.

İşte ey mebuslar! O talebenin evvelki hali, Türk milletine ne kadar lüzumu var. İkinci hali, ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum. Demek –farz-ı muhal olarak– siz başka yerde dünyayı dine tercih edip siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de her halde Şark Vilayetlerinde din tedrisatına a’zamî ehemmiyet vermeniz lâzım.

Bu hakikatli maruzat üzerine, muhalifler dışarı çıkıp 163 mebus o kararı imza ederler.

***