Âyetü’l-Kübra Hakkında Birkaç Söz

Bedîüzzaman Hazretleri Kastamonu’da iken, Âyetü’l-Kübra namıyla, Cenab-ı Hakk’ın varlığını, birliğini, kâinattaki mevcudatın lisanlarıyla ispat eden muazzam bir risale yazmıştır.

Bu risale için Üstadımız “Şimdiki dehşetli tahribata karşı bir hakikat-i Kur’aniye ve bir sedd-i a’zamdır.” demiştir.

Kalbe geldiği gibi acele olarak yazdırılmış, birinci müsvedde ile iktifa edilmiştir. Üstad “Yazdığım vakit irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmedim.” buyurmuştur.

Bu risale, ilk defa gizli olarak tabedilmesinden dolayı, Üstad ve talebelerinin hapsine sebep olmuşsa da bilâhare Denizli ve Ankara Ağır Ceza Mahkemeleri, iki senelik tetkikatlarından sonra beraetlerine ve risalenin iadesine ittifakla karar vermişlerdir.

İmam-ı Ali (ra) gayb-aşina nazarıyla bu risaleyi görmüş “Kaside-i Celcelutiye”sinde bu risalenin ehemmiyetine ve makbuliyetine işaret edip وَبِالْاٰيَتِ الْكُبْرٰى اَمِنّٖى مِنَ الْفَجَتْ fıkrasıyla onu şefaatçi yaparak dua etmiştir.

Bu Âyetü’l-Kübra’nın tetkiki neticesinde Üstad ve talebelerinin beraetle hapisten kurtulmaları, İmam-ı Ali’nin (ra) bu duasının kabulünü ispat etmiştir.

Bu asırdaki dalalet cereyanları, Müslümanların imanlarında şiddetli bir tahribat yapmak teşebbüsüne karşı, bu hakikat-i Kur’aniyenin, bir sedd-i a’zam olarak makam münasebetiyle buraya dercedilmesi muvafık görüldü…

***