Umum mü’min askerler tamamıyla bu maksada mazhardırlar. Askerler merkezdir. Millet ve cemiyet onlara intisap etmek lâzımdır. Sair cemiyetler milleti, asker gibi mazhar-ı muhabbet ve uhuvvet etmek içindir. Amma ittihad-ı Muhammedî (asm) ki umum mü’minlere şâmildir. Cemiyet ve fırka değildir. Merkezi ve saff-ı evveli gaziler, şehitler, âlimler, mürşidler teşkil ediyor. Hiçbir mü’min ve fedakâr asker –zabit olsun, nefer olsun– hariç değil ki tâ intisaba lüzum kalsın. Lâkin bazı cemiyet-i hayriye, kendine İttihad-ı Muhammedî diyebilir. Buna karışmam.

Ben ki âdi bir talebeyim. Böyle büyük ulemanın vazifelerini gasbettim. Demek cinayet ettim…

DOKUZUNCU CİNAYET

Mart’ın 31’inci günündeki dehşetli hareketi, iki üç dakika uzaktan temaşa ettim. Müteaddid metalibi işittim. Fakat yedi renk süratle çevrilse yalnız beyaz göründüğü gibi; o ayrı ayrı matlablardaki fesadatı binden bire indiren ve avamı anarşilikten kurtaran ve efrad elinde kalan umum siyaseti, mu’cize gibi muhafaza eden lafz-ı şeriat yalnız göründü.

Anladım iş fena, itaat muhtel, nasihat tesirsizdir. Yoksa her vakit gibi yine o ateşin söndürülmesine teşebbüs edecektim. Fakat avam çok, bizim hemşehriler gafil ve safdil; ben de şöhret-i kâzibe ile görünüyorum. Üç dakikadan sonra çekildim. Bakırköyü’ne gittim. Tâ beni tanıyanlar karışmasınlar. Rast gelenlere de karışmamak tavsiye ettim. Eğer zerre miktar dahlim olsaydı zaten elbisem beni ilan ediyor, istemediğim bir şöhret de beni herkese gösteriyordu. Bu işte pek büyük görünecektim. Belki Ayastafanos’a kadar tek başıma olsun Hareket Ordusuna mukabele ederek ispat-ı vücud edecektim, merdane ölecektim. O vakit dahlim bedihî olurdu. Tahkike lüzum kalmazdı.

İkinci günde bir ukde-i hayatımız olan itaat-i askeriyeden sual ettim. Dediler ki: “Askerlerin zabitleri asker kıyafetine girmiş. İtaat çok bozulmamış.”

Tekrar sual ettim: “Kaç zabit vurulmuş?” Beni aldattılar, dediler: “Yalnız dört tane. Onlar da müstebit imişler. Hem şeriatın âdab ve hududu icra olunacak.”

Bir de gazetelere baktım, onlar da o kıyamı meşru gibi tasvir ediyorlardı. Ben de bir cihette sevindim. Zira en mukaddes maksadım,