hayat-ı ebediyelerine ve muazzam tılsım-ı kâinatın keşfini tefsir eden Risale-i Nur’a ait olduğundan, yüz başım olsa ve her gün biri kesilse bu sırr-ı azîmden vazgeçmeyeceğim. Ve sizin elinizden kurtulsam elbette ecel pençesinden kurtulamayacağım. Ben ihtiyarım, kabir kapısındayım. İşte o müthiş tılsım-ı kâinat keşşafı olan Kur’an-ı Hakîm’in o muazzam keşfini göze gösterir bir surette tefsir eden Risale-i Nur’un, o tılsıma ait yüzer meselelerinden, bu herkesin başına gelecek olan ecele ve kabre ait yalnız bu sırr-ı imana bakınız ki:

Acaba bu dünyanın bütün muazzam mesail-i siyasiyesi, ölüme ecele inanan bir adama daha büyük olabilir mi ki bunu, ona âlet etsin? Çünkü vakit muayyen olmadığından her vakit baş kesebilen ecel, ya idam-ı ebedîdir veyahut daha güzel bir âleme gitmeye terhis tezkeresidir. Hiçbir vakit kapanmayan kabir ya hiçlik ve zulümat-ı ebediye kuyusunun kapısıdır veyahut daha daimî ve daha nurani bâki bir dünyanın kapısıdır.

İşte Risale-i Nur, keşfiyat-ı kudsiye-i Kur’aniyenin feyziyle, iki kere iki dört eder derecesinde kat’iyetle gösterir ki eceli, idam-ı ebedîden terhis vesikasına ve kabri; dipsiz, hiçlik kuyusundan müzeyyen bir bahçe kapısına çevirmeleri, şüphesiz kat’î bir çaresi var. İşte bu çareyi bulmak için bütün dünya saltanatı benim olsa bilâ-tereddüt feda ederim. Evet, hakiki aklı başında olan feda eder…

İşte efendiler, bu mesele gibi yüzer mesail-i imaniyeyi keşif ve izah eden Risale-i Nur’a, evrak-ı muzırra gibi hâşâ yüz bin defa hâşâ siyaset cereyanlarına âlet edilmiş garazkâr kitaplar nazarıyla bakmak; hangi insaf müsaade eder, hangi akıl kabul eder, hangi kanun iktiza eder? Acaba istikbal nesl-i âtisi ve hakiki istikbal olan âhiretin ehli ve Hâkim-i Zülcelal’i, bu suali müsebbiblerinden sormayacaklar mı? Hem bu mübarek vatanda, bu fıtraten dindar millete hükmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hâkimiyet cihetiyle lâzımdır. Hem madem laik cumhuriyet, prensibiyle bîtarafane kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahaneler ile ilişmemek gerektir.

Sâlisen: Bundan on iki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı “Hutuvat-ı Sitte” namındaki mücahedatımı takdir edip beni oraya istediler. Gittim. Gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi. “Bizimle çalış.” dediler. Dedim: “Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz fakat size de ilişmez.”