insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür. Hevayı tahdid eder, nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder.

Demek biz mağlubiyetle ikinci cereyana takıldık ki mazlumların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlumsa, İslâm’dan doksan belki doksan beştir. Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayt veya muarız kalmakla hem istinadsız hem bütün emeğini heder hem onun istilasıyla istihaleye maruz kalmaktan ise âkılane davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip kendine hâdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır. Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan birincisi dese “Öl!”, diğeri diyecek “Diril!” Birinin menfaati, zarar - ihtilaf - tedenni - zaaf - uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi, ittihadımızı bizzarure iktiza eder.

Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâm’ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir, bâki kalmalı.

Birden meclisten tasdik emareleri tezahür etti. Dediler: Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!

Tekrar biri sordu: Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdiniz ki şu musibetle hükmetti? Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir?

Dedim: Mukaddimesi, üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: Salât, savm, zekât. Zira yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik. Beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrik ile bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık. Keffareten beş sene oruç tutturdu. On’dan kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik. O da bizden müterakim zekâtı aldı.

اَلْجَزَاءُ مِنْ جِنْسِ الْعَمَلِ