Hamdi gibi İslâm âlimlerinden mürekkeb bir İslâm akademisi mahiyetinde idi.

Çok zeki, kahraman ve gayyur bir âlim olan veled-i manevîsi ve biraderzadesi Abdurrahman (rahmetullahi aleyh) şöyle anlatıyor:

1334 senesinde esaretten geldikten sonra amcam, rızası olmadan Dârülhikmeti’l-İslâmiyeye aza tayin edildi. Fakat esarette çok sarsılmış olduğundan bir müddet mezunen vazifeye gidemedi. Çok defa istifa etmek teşebbüsünde bulundu fakat dostları bırakmadılar. Bunun üzerine Dârülhikmete devama başladı. Haline dikkat ediyordum ki zaruretten fazla kendine masraf yapmıyordu. Maişetçe neden bu kadar muktesid yaşıyorsun diyenlere cevaben:

Ben sevad-ı a’zama tabi olmak isterim. Sevad-ı a’zam ise bu kadar tedarik edebilir. Ben, ekalliyet-i müsrifeye tabi olmak istemem, demişlerdir.

Dârülhikmetten aldığı maaştan miktar-ı zarureti ayırdıktan sonra, mütebâkisini bana vererek “Hıfzet!” derdi. Ben de bir sene zarfındaki fazla kalmış paraları amcamın bana olan şefkatine hem malı istihkar etmesine itimaden, haberi olmadan tamamen sarf ettim. Sonra bana dedi ki:

Bu para bize helâl değildi, millet malı idi, niçin sarf ettin? Mademki öyledir, ben de seni vekilharçlıktan azl ile kendimi nasbettim!

Bir müddet aradan geçti… Hakaikten on iki telifatını tabettirmek kalbine geldi. Maaştan toplanan paraları, o telifatların tabına verdi. Yalnız bir iki küçüğü müstesna olmak üzere, diğerlerini etrafa meccanen dağıttı. Niçin sattırmadığını sual ettim. Dedi ki:

Maaştan bana kut-u lâyemut caizdir, fazlası millet malıdır. Bu suretle millete iade ediyorum.

Dârülhikmetteki hizmeti, hep böyle şahsî teşebbüsü ile idi. Çünkü orada müştereken iş görmek için bazı maniler görüyordu. Onu tanıyanlar biliyorlar ki Bedîüzzaman kefenini boynuna takmış ve ölümünü göze almıştır. Onun içindir ki Dârülhikmeti’l-İslâmiyede demir gibi dayandı. Ecnebi tesiratı, Dârülhikmeti kendine âlet edemedi. Yanlış fetvalara karşı pervasızca mücadele etti. İslâmiyet’e muzır bir cereyan ortaya atıldığı vakit, o cereyanı kırmak için eser neşrederdi.

***