Artık o zaman bakmışsınız ki o sakin deniz, dalgaları semalara yükselen bir tufan, sahillere heybet ve dehşet saçan bir umman kesilmiştir. Çünkü o, Kur’an-ı Kerîm’in sadık hizmetkârı ve iman hudutlarını bekleyen kahraman ve fedai bir neferidir. Kendisi bu hakikati veciz bir cümle ile şu şekilde ifade eder: “Bir nefer nöbette iken başkumandan da gelse silahını bırakmayacak. Ben de Kur’an’ın bir hizmetkârı ve bir neferiyim. Vazife başında iken karşıma kim çıkarsa çıksın, hak budur derim, başımı eğmem!”
Vazife başında ve cihad meydanında iken şu mısralar, lisan-ı halidir:
Şahlanan bir ata benzer, kırarım kanlı gemi
Sinsi düşmanlara hâşâ satamam benliğimi
Benliğimden uzak olmaktır esaret bence
Böyle bir zillete düşmek ne hazîn işkence
Ebedî vuslatın aşkıyla geçer her ânım
Dest-i kudretle yapılmış kaledir imanım
Bu mukaddes emelimden ne kadar dilşâdım
Görmek ister beni cennette şehit ecdadım
Ruhum oldukça müebbed, ebedîdir ömrüm
En büyük vuslata, Allah’a çıkan yoldur ölüm.
***
Kitaba girmezden evvel Üstadı; ilmî, fikrî, tasavvufî ve edebî cepheleri ile de mütalaa etmek isterdim. Fakat çok derin ve pek şümullü olan bu mevzuların birkaç sahife ile hülâsa edilemeyeceğini kat’î bir surette idrak ettikten sonra, artık adı geçen mevzulara birkaç cümle ile temas etmeyi münasip gördüm.
Rabb’im imkânlar lütfederse bu derin mevzuları, Risale-i Nur Külliyatı ve Nur talebeleri ile birlikte, büyük ve müstakil bir eserle, tahlilî bir surette tetkik ve mütalaa etmeyi bütün ruhumla arzu ediyorum. Bu hususta, büyük Üstadımızın ve aziz kardeşlerimin kıymetli dualarını niyaz eylerim.