insicam içine alıp süslendirdiğini ve ism-i Hakem’in cilvesi arkasında tecelli eden ism-i Adl’in, o mevcudatı yıldızlar ordusundan tâ zerreler ordusuna kadar gayet hassas bir mizan-ı adl içinde tutarak “Emr-i kün feyekûn”den gelen emirlere kemal-i inkıyad ile itaat ettirdiğini ve ism-i Adl’in cilvesi arkasında tecelli eden ism-i Kuddüs’ün, o mevcudatı, Cemil-i Mutlak’ın cemal-i zatına ve nihayetsiz güzel olan esma-i hüsnasına lâyık ve münasip olacak gayet güzel âyineler şekline getirdiğini gösteriyor.

İkinci Mesele: Kayyumiyetin, vâhidiyet ve celal noktasında kâinatta tecellisi olduğu gibi ehadiyet ve cemal noktasında insanda dahi cilvesinin tezahüratı olduğunu ve bu tecelli ile Zat-ı Zülcemal’in, beşere, melaikelerin fevkinde ettiği ihsanatını ve o ihsanatın câmiiyetini ve yüksekliğini ve genişliğini izah eder. Ve kâinatı bir sofra-i nimet edip, insana teshir etmesinin ve kâinatın, insanla mazhar olduğu sırr-ı Kayyumiyetle bir cihette kaim olduğunun hikmeti, insanın üç mühim vazifesinden ileri geldiğini ta’dad eder. Ve insanın o üç mühim vazifesinden üçüncü vazifesinde, üç vecihle Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a âyinedarlık ettiğini anlatır. Ve bu âyinedarlık ettiği vecihlerden üçüncü vecihteki âyinedarlığının da iki yüzü olduğunu; birinci yüzüyle esma-i İlahiyeye, ikinci yüzüyle de şuunat-ı İlahiyeye âyinedarlık ettiğini emsali nâ-mesbuk bir talâkat-ı lisan ile ifade ediyor ki beşerin dâhîlerini dahi bu hakikatlere meftun edip hayran eder.

Hüsrev

MÜNÂCAT:

Cenab-ı Hakk’a ilmelyakîn ve hattâ aynelyakîn derecesinde iktisab-ı marifet ederek ubudiyetin (kema hiye hakkıha) iktiza ettiği acz ve fakr-ı tammı izhar ederek dergâh-ı İlahiyeye iltica ve huzur-u Rahman’a takarrub gibi mezaya-yı insaniyeyi bihakkın talim ve dünya ve mâfîhaya mâlik ve kenz-i mahfîye mutasarrıf olan Ekrem-i enbiya aleyhi ekmelü’t-tahiyyat efendimizin münâcatından ve Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın tesbih ve tahmid ve sena ve duaya münhasır yedi yüz adet âyâtından me’huz nazirsiz şu münâcatın menba-ı manevîsi, evvela başta hilkat-i âlem hakkında âyât-ı adîdeden ve âyet-i celileden; sâniyen, Cevşenü’l-Kebir’in bin bir esmasından hilkat-i mevcudatla münasebettar birkaç ukdelerinden; sâlisen, “İlim şehrinin kapısı” tabir-i senaiye-i Nebeviyesine bihakkın mazhar İmam-ı Ali kerremallahu vechehu radıyallahu anhın ecram-ı semaviye ve mevcudat-ı arziye ile