müdafaaya sevk edecek bir iktidarları, bir müdafaaları bulunduğunu ifade için değil belki kalb-i Muhammedîden (asm) tâ semavat âlemine, tâ arş-ı a’zama kadar olan uzun yolda, hiçbir yerde cin ve şeytanın müdahaleleri olmamasına işaret için vahy-i Kur’anî, koca semavatta, umum melaikece medar-ı bahis olan bir hakikattir ki bir derece ona temas etmek için şeytanlar tâ semavata kadar çıkmaya mecbur olup, hiçbir şeye muvaffak olamayarak recmedilmesiyle işaret ediyor ki kalb-i Muhammedîye (asm) gelen vahiy ve huzur-u Muhammedîye (asm) gelen Cebrail ve nazar-ı Muhammedîye (asm) görünen hakaik-i gaybiye, sağlam ve müstakimdir, hiçbir cihetle şüphe girmez diye Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan mu’cizane haber veriyor.

Amma cennetin uzaklığıyla beraber âlem-i bekadan olduğu halde en yakın yerlerde görülmesi ve bazen ondan meyve alınması ise evvelki iki temsil sırrıyla anlaşıldığı gibi bu âlem-i fâni ve âlem-i şehadet ise âlem-i gayba ve dâr-ı bekaya bir perdedir. Cennetin merkez-i kübrası uzakta olmakla beraber, âlem-i misal âyinesi vasıtasıyla her tarafta görünmesi mümkün olduğu gibi hakkalyakîn derecesindeki imanlar vasıtasıyla, cennetin bu âlem-i fânide –temsilde hata olmasın– bir nevi müstemlekeleri ve daireleri bulunabilir ve kalp telefonuyla yüksek ruhlar ile muhabereleri olabilir, hediyeleri gelebilir.

Amma bir daire-i külliyenin cüz’î bir hâdise-i şahsiye ile meşgul olması, yani kâhinlere gaybî haberleri getirmek için şeytanlar, tâ semavata çıkıp kulak veriyorlar, yarım yamalak yanlış haberler getiriyorlar diye tefsirlerdeki ifadelerin bir hakikati şu olmak gerektir ki:

Semavat memleketinin payitahtına kadar gidip o cüz’î haberi almak değildir. Belki cevv-i havaya dahi şümulü bulunan semavat memleketinin –teşbihte hata yok– karakol haneleri hükmünde bazı mevkileri var ki o mevkilerde arz memleketi ile münasebettarlık oluyor, cüz’î hâdiseler için o cüz’î makamlardan kulak hırsızlığı yapıyorlar. Hattâ kalb-i insanî dahi o makamlardan birisidir ki melek-i ilham ile şeytan-ı hususi o mevkide mübareze ediyorlar.

Ve hakaik-i imaniye ve Kur’aniye ve hâdisat-ı Muhammediye (asm) ise ne kadar cüz’î de olsa en büyük, en küllî bir hâdise-i mühimme hükmünde en küllî bir daire olan arş-ı a’zamda ve daire-i semavatta –temsilde hata olmasın– mukadderat-ı kâinatın manevî ceridelerinde neşrolunuyor gibi her köşede medar-ı bahis oluyor diye beyan