şeyin içinde olduğu gibi her şeyin fevkindedir. Bir şeyi gördüğü gibi bütün eşyayı da beraber görür.

Bu hakikatler, kavs-i kuzah renkleri gibi macun, birtakım nurani âyetlerdir. Kâinat bütün evsaf-ı kemaliye ile muttasıf bir Hâlık’ın vücub-u vücud ve vahdetine delâlet ve şehadet eder. Evet, kâinat o Hâlık’ın nurunun gölgesi, esmasının tecelliyatı, ef’alinin âsârıdır.

Arkadaş! Kâinatın şu geçen hakikatlerin lisanıyla söylediği اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ delailiyle لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ ı ispat eder.

Ve keza فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ hakikati مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ ı istilzam ediyor. مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ da imanın beş rüknünü tazammun ettiği gibi sıfat-ı rububiyete de mazhar ve mir’attır. Bu sırra binaendir ki مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ imanın mizan ve terazisinde لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ile karin ve muvazi olmuştur. Nübüvvet, sıfat-ı rububiyete nâzır ve mazhar olduğundan umumî bir câmiiyete mâliktir. Velayet ise hususi ve cüz’îdir. Aralarındaki nisbet رَبُّ الْعَالَمٖينَ ile رَبّٖى arasındaki nisbet gibidir ki birisinde izafe umumîdir, ötekisinde hususidir. Veya arzdan arşa olan mi’racla secdedeki mi’rac arasında veya arş ile kalp arasındaki nisbet gibidir.

Arkadaş! Şu yüksek olan matluba zikrettiğimiz bürhanlar, matlubu ihata eden bir dairedir. Matlub olan vücub-u vücud ve vahdet, o dairenin merkezindedir. Daireyi teşkil eden bürhanların her birisi, parmağını uzatıp matlubun hak ve sadık olduğuna imza atıyorlar. O bürhanlardan zayıf olanların aralarında tesanüd vardır. Yani birbirini teyid ve takviye etmekle, zayıf bürhanların zafiyeti zâil olur. Zâil olmasa bile itibardan düşmez. İtibardan düşse bile dairenin bozulmasına sebep olmaz. Ancak daire küçülür.

Maahâzâ bürhanların heyet-i mecmuasına terettüp eden matlubun kuvvet ve vuzuhunu her fertten istemek ve her fertte aramak, aklın hastalığına, zihnin cüz’iyetine işaret olup matlubu red ve