müteavinenin nazarıyla bakınız! Tâ ki bir taraftan hücum eden evhamı, mütecavibe ve müteavine olan cevanib-i saire def’edebilsin.

İşte şu halde Japonların suali olan

(*) مَا الدَّلٖيلُ الْوَاضِحُ عَلٰى وُجُودِ الْاِلٰهِ الَّذٖى تَدْعُونَنَا اِلَيْهِ

ye karşı derim: İşte Muhammed aleyhissalâtü vesselâm…(**)

İşaret ve İrşad ve Tenbih:

Vaktâ kâinat tarafından, hükûmet-i hilkat canibinden müstantık ve sâil sıfatıyla gönderilen fenn-i hikmet, istikbale teveccüh eden nev-i beşerin talîalarına rast gelmiş; birden fenn-i hikmet şöyle birtakım sualleri îrad etmiş ki:

“Ey insan evlatları! Nereden geliyorsunuz? Kimin emriyle? Ne edeceksiniz? Nereye gideceksiniz? Mebdeiniz nereden? Ve müntehanız nereyedir?”

O vakit nev-i beşerin hatip ve mürşid ve reisi olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâm ayağa kalkarak, hükûmet-i hilkat canibinden gelen fenn-i hikmete şöyle cevap vermiştir ki:

“Ey müstantık efendi! Biz maaşir-i mevcudat, Sultan-ı ezel’in emriyle, kudret-i İlahiyenin dairesinden memuriyet sıfatıyla gelmişiz. Şu hulle-i vücudu bize giydirerek ve şu sermaye-i saadet olan istidadatı veren, cemi’ evsaf-ı kemaliye ile muttasıf ve Vâcibü’l-vücud olan Hâkim-i Ezel’dir. Biz maaşir-i beşer dahi şimdi saadet-i ebediyenin esbabını tedarik etmekle meşgulüz. Sonra birden ebede müteveccihen şehristan-ı ebedü’l-âbâd olan haşr-i cismanîye gideceğiz.

İşte ey hikmet, halt etme ve safsata yapma! Gördüğün ve işittiğin gibi söyle!”

___

* Rus’u mağlup eden Japon’un başkumandanı Meşihat-ı İslâmiyeden bu suali sormuş. Eski Said bu makam-ı sâlisle cevap vermiş.

** Mâşâallah, güzel bir cevap.