bir kitap tutmuş, lisanında hakaik-aşina bir hitap ile bütün benî-Âdem’e, belki cin ve ins ve meleğe, belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor. Sırr-ı hilkat-i âlemin muamma-yı acibanesini hall ve şerh edip sırr-ı hikmet-i kâinatın tılsım-ı muğlakını fetih ve keşfediyor. Bütün mevcudattan sorulan ve bütün ukûlü hayret içinde meşgul eden şu üç müşkül ve müthiş sual-i azîme ki: “Necisin, ne yerden geliyorsun ve ne yere gidiyorsun?” suallerine, mukni ve makbul cevab-ı savab veriyor.
Dördüncü Reşha: O bürhan-ı nâtık, öyle bir ziya-yı hakikat neşreder ki âdeta kâinatın şeklini değiştiriyor. İşte onu dinlemediğin vakit, bak kâinat bir matemhane-i umumî hükmünde; mevcudatı birbirine ecnebi belki düşman, camidatı dehşetli cenazeler, bütün zevi’l-hayatı zeval ve firakın sillesiyle ağlayıcı yetimler hükmünde görürsün.
Şimdi o zatın neşrettiği nur ile bak! O matemhane-i umumî, şevk u cezbe içinde bir zikirhaneye inkılab etti. O ecnebi düşman mevcudat, birer dost, birer kardeş şekline girdi. O camidat-ı meyyite-i sâmite, birer munis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. O ağlayıcı, şekva edici kimsesiz

