hafiye-i esma-i İlahiyenin keşşafı, göstericisi olduğundan böyle baksan onu bir bürhan-ı hak, bir sirac-ı hakikat, bir şems-i hidayet, bir vesile-i saadet görürsün. Şöyle baksan onu bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insaniyet, en nurani bir semere-i şecere-i hilkat görürsün.

İşte bak, nasıl berk-i hâtıf gibi onun nuru şark ve garbı tuttu. Nısf-ı arz ve hums-u beşer, onun getirdiği hediye-i hidayeti kabul edip hırz-ı can etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki böyle bir zatın bütün davalarını hem davalarının esası olan لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ kelime-i kudsiyesini bütün meratibiyle kabul etmesin?

Altıncı Reşha: İşte bak şu cezire-i vâsiada, vahşi ve âdetlerine mutaassıp, inatçı, muhtelif akvamın, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyanelerini büsbütün def’aten kal’ u ref’etti. Ve onları bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medeni ümmetlere üstad eyledi. Bak hem zahirî bir tasallut ile değil, belki akıllarını, ruhlarını, kalplerini, nefislerini fetih ve teshir ederek hem kendisi mahbub-u kulûb hem muallim-i ukûl hem mürebbi-i nüfus hem sultan-ı ervah oldu.