sırrı ile her insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlar ile azalarını yerleştiren ve mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlarla, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüp, bir muvazene, bir intizam ve bir cemal içinde masnuatı bir hüsn-ü sanat yapan ve her zîhayatın hukuk-u hayatını kemal-i mizanla veren; ve iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren ve Âdem (as) zamanından beri tâğî ve zalim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiçbir şüphe getirmez ki:

Güneş gündüzsüz olmadığı gibi o hikmet-i ezeliye ve o adalet-i sermediye de âhiretsiz olmazlar ve ölümde en büyük zalimlerle en bîçare mazlumların bir tarzda gitmelerindeki âkıbetsiz dehşetli bir haksızlığa ve adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir vecihle müsaade etmezler, diye Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimize kat’î cevap veriyorlar.

Hem madem bütün zîhayat mahlukların elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde olmayan bütün hâcetleri ve bütün fıtrî matlabları, bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtrî ve ihtiyac-ı zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet rahîm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybî tarafından verildiğinden ve ihtiyarî olan daavat-ı insaniyenin, hususan havasların ve nebilerin dualarının on adetten altı yedisi hilaf-ı âdet makbul olmasından kat’î anlaşılıyor ki: Her dertlinin âhını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen bir Semî’-i Mücîb perde arkasında var ve bakar ki en küçük bir zîhayatın en küçük bir ihtiyacını görür ve en gizli bir âhını işitir, şefkat eder, fiilen cevap verir, memnun eder.

Elbette ve her halde hiçbir şüphe ihtimali kalmaz ki mahlukların en ehemmiyetlisi olan nev-i insanın en ehemmiyetli ve umumî olan ve umum kâinatı ve umum esma ve sıfât-ı İlahiyeyi alâkadar eden beka-i uhreviyeye ait dualarını içine alan ve nev-i insanın güneşleri ve yıldızları ve kumandanları olan bütün peygamberleri arkasına alıp onlara duasına “Âmin, âmin!” dedirten ve ümmetinden her gün, her ferd-i mütedeyyin hiç olmazsa kaç defalar ona salavat getirmekle onun duasına “Âmin, âmin!” diyen ve belki bütün mahlukat Onun o duasına iştirak ederek “Evet, yâ Rabbenâ! İstediğini ver, biz de onun istediğini istiyoruz.” diyorlar. İşte bütün bu reddedilmez