Veyahut muhatabın şe’n ve haysiyetine imtizaç, istimzaç edemez. Veyahut kelâmın makamında ve müstetbeatın tevabiinde ecnebi görünüyor. Veyahut garazın muhafazasına ve levazımın tedarikine müstaid değildir. Demek her bir makamda bu esbablardan yalnız birinin sözü dinlenir. Fakat umumen ittihat etseler kelâmı en yüksek tabakaya çıkartıyorlar.

Hâtime

Bazı maânî-i muallaka vardır ki bir şekl-i muayyenesi ve bir vatan-ı hususiyesi yoktur. Müfettiş gibi her bir daireye girer. Bazı kendine hususi bir lafız takıyor. Bu muallakatın bir kısmı ise harfiye ve hevaiye gibidir. Başka kelime onu derûnuna çeker. Bazen bir cümleye belki bir kıssata nüfuz eder. Ne vakit o cümleyi ezdirirsen ruh gibi o mana takattur eder. Mesela, hasret ve iştiyak ve temeddüh ve teessüf ilâ âhir gibi manalardır.

Yedinci Mesele

Belâgatın ukde-i hayatiyesi, tabir-i diğer ile beyanın felsefesi veyahut şiirin hikmeti ise hariciyatın nevamisi ve mekayisini temessül etmektir. Şöyle:

Hakaik-i hariciyedeki kanunları kıyas-ı temsilî cihetiyle ve deveran tarîkiyle ve vehmin tasarrufuyla şairane olan maneviyat ve ahvalde yerleştirmektir. Demek âyine gibi, hariçten in’ikas eden hakikatin şuâlarını temessül eder. Güya kendi sanat-ı hayaliyesiyle ve nakş-ı kelâmîsiyle hilkat ve tabiatı taklit ve muhakât eder.

Evet, kelâmda hakikat olmaz ise de en ekall şebih ve nizamından istimdad etmek ve onun danesi üzerinde sümbüllenmek gerektir. Fakat her danenin mahsus bir sümbülü vardır. Bir buğday bir ağaç kadar sümbüllenmez. Felsefe-i beyan nazara alınmaz ise belâgat hurafat gibi, hayal gul gibi sâmi’e hayretten başka bir fayda vermez.

İşaret:

Felsefe-i beyaniyeye müşabih, nahvin dahi bir felsefesi vardır. O felsefe ise vâzıın hikmetini beyan eder. Kütüb-ü nahivde mezkûr olan